Ortodoks ve Katoliklerin arasındaki Farklar

Gerçekte Katoliklerle Ortodokslar arasında çok büyük bir farklılık yoktur. Temelde her iki kilise de bazı ufak öğretisel (teolojik) ayrılıkların dışında hemen hemen aynı öğretisel çizgiyi takip ederler. Bu iki kilise arasında var olan farklılıklar daha fazla bölgesel ve kilisenin yönlendirilişiyle ilgili farklılıklardır.

Hıristiyanlık içinde en yaygın ve en fazla üyeye sahip olan Katolik kilisesinin kuruluşu iddiasına göre bizzat İsa Mesih ve resulleri (özellikle Petrus ve Pavlus) tarafından olmuştur. Katolik kilisesi başlangıçtan bu yana sadık ve kesintisiz bir şekilde resullerin öğreti ve uygulamalarını devam ettirdiklerini iddia ederler. ‘‘Katolik'' kelimesi ‘‘evrensel'' demektir. Kilisenin yönetim merkezi Roma'da olup evrensel boyutlu olduğundan bu kilise ‘‘Roma Katolik Kilisesi'' adıyla bilinir. Bu kilisenin başında öleceği güne dek seçilip, Mesih'in görünür temsilcisi olarak kabul edilmiş bulunan ve Vatikan Roma'da yaşayan Papa bulunur.

KATOLİK ve ORTODOKSLARIN BİRBİRLERİNDEN AYRILMALARI

Bilindiği gibi ilk Hıristiyan kilisesi Pentikost günü Mesih tarafından vaat edilen Kutsal Ruh'un inanlılar üzerine gelmesiyle Yeruşalim'de kuruldu. Fakat Yeruşalim'in M.S. 70'de Romalılarca harap edilmesinden sonra baskılar nedeniyle, bu kiliseler başka bölgelere Avrupa'ya, yani batıya kadar yayıldı (Elçi.1:8)

O zamanlarda dünyada egemen olan politik güç Roma imparatorluğuydu. İlk üç yüzyıl boyunca Hıristiyanlar çeşitli ağır baskılara maruz kalmışlardı ama dördüncü yüzyılın başlarında (M.S. 312/3) Hıristiyanlığa dönen Roma imparatoru Konstantin'in emriyle Hıristiyanlara tam bir özgürlük sağlanmış ve böylece baskılar durmuş oldu. M.S. 395'de ise Roma imparatorluğu Doğuda Konstantilop (İstanbul) ve Batı'da da Roma şehirleri başkent olmak üzere ikiye ayrıldı. Yozlaşmaya başlayan Hıristiyanlık güç ardına koşmaya başlayıp, Batılılar Roma'nın, Doğulular da Konstantilop'un dinsel merkez olması gerektiğini ileri sürmeye başladılar. Roma devletinin desteğiyle günden güne güçlenen Roma kilisesinin rahibi kendisinin elçi Petrus'un halefi olduğunu, kilisenin tek evrensel şefi ve papası (babası) olduğunu bidirerek, Konstantilop patriğinin de onun yetkisini kabul etmesi gerektiğini ileri sürünce doğu kiliseleri buna karşı çıkıp birbirlerini aforoz ettiler ve bu şekilde 1054'te Batı'da Roma Katolik ve Doğuda da Ortodoks kilisesi oluşmuş oldu. Ortodoks kelimesi ‘doğru' anlamına gelip, doğru inanca veya görüşe sahip olan demektir.

Papa'nın yanılmazlığı ve evrensel yetkisinin kabul edilmemesinin dışında Ortodoksları Katoliklerden ayıran diğer bir kaç nokta da şunlardır.

Katolik kilisesi rahiplerinin evlenmelerini yasaklarken Ortodoks kilisesi rahiplerinin evlenmelerine müsade eder.

Katolikler Kutsal Ruh'un hem Baba'dan hem de Oğul'dan çıktığını ileri sürerken Ortodokslar Kutsal Ruh'un yalnızca Baba'dan, İsa aracılığıyla çıktığını ileri sürerler.

Roma Katolik kiliselerinde vaftiz uygulaması yalnızca su serpmekle yapılırken, doğu Ortodoks kiliselerinde bu tamamen suya daldırılmak suretiyle yapılıyordu.

Ortodokslar yalnızca resimlerle yetinmekteyken batı kiliseleri heykel veya statüler de yapıyor ve bunları da şereflendiriyordu.

Ortodokslar Rabbin Sofrasını ekmek ve şarapla yaparken Roma Katolikleri bunu yalnızca şaraba bulandırılmış kutsal ekmekle yapmaktaydı.

Ortodokslar ayinlerinde özellikle Yunancayı kullanırken, Roma Katolikleri Latinceyi kullanıyordu.

Ortodokslar bazı Hıristiyan kutlamaların Katoliklerden ayrı tarihlerde kutlarlar. Örneğin Katolikler İsa'nın doğuşunu 25 Aralıkta kutlarken Ortodoksluk sistemi altında olan Ermeniler 6 Ocağı kutlarlar.

Bu farklılıkların dışında bu iki kilise diğer bütün konularda hemen hemen aynı inanç sistemini paylaşmaktadır. Ortodoksların yoğun olduğu bölgeler doğu bölgeleridir. Ortodoks ve Katolikler arasında var olan bu ayrılık uçurumu tarih boyunca politik nedenlerden dolayı daha da derinleşti. Ama son dönemlerde Katolik kilisesi Ortodoksları yeniden kendi denetimine almak amacıyla çeşitli taktik ve atılımlarda bulunmuştur ve bu hala da devam etmektedir.

İncil'e Dayalı Protestanlarla Katolik ve Ortodokslar Arasıdaki Farklılıklar Nelerdir?


Söylediğimiz gibi gerçekte Katoliklerle Ortodokslar arasında (Ermeni resuli, Süryani kadim, Kildani vs...) çok büyük bir farklılık bulunmamakta, temelde bu kiliseler hemen hemen aynı öğretisel çizgiyi takip etmektedirler. Bu üç kilise içinde öğreti ve uygulamalarıyla farklılığı hemen göze batan kilise Mesih İnanlıları veya İncili Protestanlardır. ‘Protestan' kelimesi ‘protesto eden' anlamına gelip, kurulu kiliselerin İncil'den uzaklaşmış, İncil'e ters düşen öğreti ve uygulamalarını protesto ettiklerinden bu isim kendilerine verilmiştir. Katoliklerce uzun yıllar ‘‘sapkınlar'' olarak ilan edilen Protestanlar Vatikan II Konsülünden itibaren ‘ayrı kardeşler'' veya ‘‘kardeş kilise'' olarak görülmeye başlanmıştır.

Aralarında bulunan farklılıklara geçmeden önce Mesih İnanlılarının Katolik ve Ortodokslarla birlik içinde olduğu şu bir kaç noktayı vurgulamamız şüphesiz yararlı olacaktır

Tanrının varlığı, ebediliği, yüceliği ve üçlü-birliği, İsa Mesih'in yaratılamayıp ebediyen var olduğu, O'nun tam Tanrı ve tam insan olduğu.

İsa Mesih'in Kutsal Ruh aracılığıyla Meryem anadan mucizevî bir şekilde doğduğu, tamamen günahsız ve kusursuz olup, günahlarımız için haça gerilip öldüğü, üçüncü gün ölüler arasından bedenen dirilerek öğrencilerine göründüğü ve kırk gün sonra da diriliş bedeniyle göğe çıkması.

İsa Mesih'in ikinci kez görkemle yargı için geleceği, diriliş olacağı ve inananları cennete, inanmayanları da cehenneme atacağı

Kutsal Ruh'un bir etki olmayıp üçlü-birliğin üçüncü şahsiyeti olduğu.

Meleklerin ve aynı zamanda Şeytan ve cinlerinin ruhi şahsiyetler olarak var olduğu.

Kutsal Kitap'ın Tanrı'nın esini olduğu vs...

Bu ortak noktaları vurguladıktan sonra şimdi Mesih İnanlılarını Katolik ve Ortodoksluktan ayıran temel öğreti ve özelliklerin ne olduğunu birlikte incelemeye geçebiliriz.

DAYANILAN YETKİ KONUSUNDAKİ FARKLILIK


Katolik ve Ortodoks kiliseleri inanç ve uygulamalarının tespit edilmesi hususunda iki temel yetkiye dayanır. Bunlar Kutsal Kitap ve Kilise gelenekleridir. Kilise gelenekleri derken kilise babalarının öğretileri, Papa'nın öğretileri, kilise konsüllerinde alınan kararlar ve kilise tarihi boyunca kiliseye sokulan öğreti, örf ve adetler anlaşılmaktadır. Katolikler, Kutsal Kitap ve bu kilise geleneklerini eşit bir şekilde Tanrı sözü olarak benimsemektedirler. Vatikan 1 ve 2 Konsülleri'nde bu düşünce şöyle ifade edilmiştir:

‘‘Kutsal gelenekler ve Kutsal Kitap tek tanrısal bir kaynaktan ileri gelerek tek bir akımda toplanır ve tek sonuca yönelir... Kutsal Kitap ve Gelenekler eşit bir saygı ve duyguyla kabul edilip şereflendirilmelidir'' ( Dei Verbum, 9,10).

Hatta Kilise ve kilise gelenekleri çoğu zaman Kutsal Kitap'tan daha üstün ve önde tutulmaktadır. Örneğin Kilise gelenekleriyle Kutsal Kitap arasında bir tezat belirdiğinde Katolik ve Ortodokslar kiliseyi ve kilise geleneğini izlemeyi tercih ederler. İncil kitaplarının kilise tarafından tespit edilip yetkilendirildiğini ileri sürerek, Kutsal Kitap'ın yalnızca kilise tarafından yorumlanıp anlaşılacağını iddia ederler. Kilisenin dışında Kutsal Kitap'ı doğru bir şekilde anlamak ve yorumlamak onlara göre olanaksızdır.

Fakat bunun karşıtında Protestanlar iki değil, yalnızca tek bir yetkiyi, yani Kutsal Kitap yetkisini kabul ederler. Konsüllerin, geleneğin, kilise babaları veya öğretmenlerinin değerini her ne kadar kısmen takdir etseler de bunların asla Kutsal Kitap'a eşdeğer bir yetki veya Tanrısal söz olarak kabul edilemeyeceğini vurgularlar. İşte Mesih İnanlılarını Katolik ve Ortodokslardan ayıran temel ve ana özellik budur. Eğer herhangi bir Katoliğe veya Ortodoks'a neden dolayı buna veya şuna inanıyorsun diye sorulursa genelde alınan yanıt şöyle olur: ‘‘Böyle inanıyorum çünkü kilisemiz veya papazımız böyle öğretir' ‘ . Oysa aynı soru bir Mesih İnanlısına yöneltildiğinde O hiç tereddüt etmeden ‘ ‘böyle inanıyorum, çünkü Tanrı'nın sözü Kutsal Kitap böyle öğretir'' der. Acaba bu görüşten hangisi doğru ve Tanrısal gerçeklere uygundur? Sadece Kutsal Kitap'ın yetkisinin kabul edilmesi mi yoksa Kutsal Kitap'a başka kaynak, gelenek ve yetkilerin de eklenip bunların eşit derecede izlenmesi mi?

Mesih İnanlılarının yanıtı kesin ve açıktır:

Yani yalnızca Kutsal Yazılar'ın yetkisi. Yalnızca Kutsal Kitap Tanrı'nın ilham edilmiş sözü olduğundan inanç ve uygulamalarımızın tespit edilmesi hususunda yalnızca o tek ölçü olmalıdır. Kutsal Kitap'ın yanında veya dışında başka ek bir yetkiye bel bağlamak ancak karışıklığa ve sapıklığa götürür. İsa Mesih'in, onun elçilerinin ve ilk yüzyıl imanlılarının öğretisi daima bu doğrultuda olmuştur. Onlar inanç ve uygulamalarını kesinlikle adetler üzerine değil ama yalnızca Tanrı'nın sözü üzerine kuruyorlardı. Örneğin İsa Mesih yeryüzündeyken dinsel adetlerin esiri haline gelmiş Ferisileri ve din bilginlerini geleneklerinden dolayı açıkça mahkûm etmiş, öğrencilerini de bu insan icadı geleneklerin tehlike ve yıkımlarına karşı uyarmıştır:

‘‘Kudüs'ten bazı Ferisiler ve din bilgileri İsa'ya gelip şunu sordular: ‘‘Senin öğrencilerin neden atalarımızın geleneğine karşı geliyorlar? Yemekten önce ellerini yıkamıyorlar.'' İsa onlara şu karşılığı verdi: ‘‘Ya siz, neden geleneğiniz uğruna Tanrı buyruğuna karşı geliyorsunuz? Geleneğiniz uğruna Tanrı'nın sözünü geçersiz kılmış oluyorsunuz. Ey ikiyüzlüler! Yeşaya'nın sizinle ilgili şu peygamberlik sözü ne doğrudur: ‘‘Bu halk dudaklarıyla beni sayar, ama yürekleri benden uzaktır. Bana boşuna taparlar. Çünkü öğrettikleri, sadece insan kurallarıdır''

(Mat.15:1-9).

Bu sözlerle açıkça İsa Mesih Kutsal Yazılar'ın geleneklerden kesin üstünlüğünü vurguluyordu. Yine başka bir fırsatta İsa Mesih kendisini deneyen Şeytan'a üç kez ‘‘Yazılmıştır'' ifadesiyle karşı koymuştur, gelenekler veya kurallar böyle öngörüyor veya diyor diyerek değil! (Mat.4:1-11)

Elçi Pavlus da gelenekler hususunda inanlıları şöyle uyardı

‘‘Dikkatli olun! Mesih'e değil de, insanların geleneğine ve dünyanın temel ilkelerine dayanan felsefeyle, boş ve aldatıcı sözlerle kimse sizi tutsak etmesin.'' (Kol. 2:8
Başka bir bölümde de elçi Pavlus Kutsal Yazılar'ın rolü ve yetkisi hakkında genç Timoteos'a şunları yazdı:

‘‘Mesih İsa'ya olan iman aracılığıyla seni bilge kılıp kurtuluşa kavuşturacak güçte olan Kutsal Yazıları da (gelenekleri değil!) çocukluğundan beri biliyorsun. Kutsal Yazıların tümü (kilise gelenekleri değil!) Tanrı esinidir ve öğretmek, azarlamak, yola getirmek ve doğruluk konusunda eğitmek için yararlıdır. Bunlar sayesinde (gelenekler değil) Tanrı adamı her iyi iş için donatılmış olarak yetkin olur.'' (2.Tim.3:15-17)

Pavlus ve Silas'ın ilan ettiği bildirinin doğruluğunu Veriya'lılar geleneklerine bakarak değil ama ellerinde bulunan Kutsal Yazılar'a bakarak kontrol ediyorlardı:

‘‘Veriya'daki Yahudiler, Selanik'tekilerden daha açık fikirliydiler. Tanrı sözünü büyük ilgiyle karşılayarak her gün Kutsal Yazıları inceliyor, öğretilenlerin doğru olup olmadığını araştırıyorlardı.'' (Elçi.17:11)

Bundan başka Kutsal Kitap açık bir şekilde biz insanların kilise ve insan adetlerine göre değil ama Tanrı'nın ve İsa Mesih'in sözüne göre yargılanacağını vurgular

‘‘Beni reddeden ve sözlerimi kabul etmeyen kişiyi yargılayacak biri var. O kişiyi son günde yargılayacak olan, söylediğim sözdür.'' (Yuh.12:48 )

Tanrı da kilise kurallarından veya geleneklerinden değil ama kendi ‘ ‘sözünden titreyen adama baktığını' ‘ bildirir (Yeş.66:2). Kutsal Kitap'ın yanına başka bir yetki koymak özden uzaklaşıp, sapıklıklara kaymanın temel kaynağıdır. Bu aynı zamanda bütün tarikatların da içine düştüğü tehlikeli bir tuzaktır. Bu nedenledir ki, Katolik ve Ortodoks kilise geleneklerinde kayıtlı bulunan ve Kutsal Kitap gerçekleriyle alakası bulunmayan bir yığın efsane ve hikayeler mevcuttur. Bunlar her ne kadar İncil öğretilerine ters düşse de ne yazıkki bir yığın insan bunlara Tanrı'nın sözüymüş gibi inanır ve izler

Gelenekler kaygan kum gibi; ama Kutsal Kitap sarsılmaz, sabit bir kaya gibidir. Gök, yer, insan ve gelenekleri gelip geçer veya bozulur ama Rabbin sözleri ebediyen durur (Mat.24:35). İşte bizim geleceğimiz ve güvenliğimiz de yaşamımızı neyin üzerine kurduğumuza bağlıdır. Acaba yaşamımızı geçici ve değişken insan gelenekleri üzerine mi yoksa değişmez ebedi Tanrı sözü üzerine mi kuruyoruz?

İlk yüzyıldaki kilisenin inanılması gereken kitapları tespit edip yetkilendirme iddiası da yanlış olup, hiç de kilise veya geleneklerin Kutsal Kitap'tan daha değerli ve önemli kılmaz. Kilise, İncil kitabına yetki veya değer sağlamadı, ama zaten İncil'de var olan yetkiyi ve değeri tanıdı, bir kuyumcunun önüne konulan metalın altın, gümüş veya bakır olup olmadığını tanıdığı gibi.

Kutsal Kitap'ın yalnızca kilise tarafından anlaşılıp yorumlanabileceği düşüncesi de Kutsal Kitap'a göre yanlıştır. Samimi bir şekilde, dua ile ve Kutsal Ruh'un yardımıyla Kutsal Kitap'ı okuyanlar onun kurtuluş mesajını kolaylıkla anlayabilirler (bkz. Yuh.20:31; 2.Tim.3:15-17).

Katolik ve Ortodoks kiliselerinin Kutsal Kitap konusunda diğer önemli bir yanılgısı da 1546'da Protestanlara bir tepki olarak bazı sapık inançlarına destek buldukları Apokrifler olarak adlanan 14 kitapçığın Kutsal Kitap'a eklenilmesidir. Oysa ne İsa Mesih ne öğrencileri ne ilk çağlardaki inanlılar ne de kendilerine Kutsal Kitap sağlanan Yahudiler bu yazıları hiç bir zaman Tanrısal esinli kitaplar olarak görmemiş, inanç veya uygulamalarını desteklemek için onların yetkisine başvurmamışlardır. Kutsal Kitap'la eşdeğerde tutulup, Tanrı'nın sözü olarak kabul edilen geleneklerin ve bu apokriflerin Kutsal Kitap'a ve kiliseye sokulması İsa Mesih'in şu sözlerinin açık bir ihlalidir:

‘‘Bu kitaptaki peygamberlik sözlerini duyan herkesi uyarıyorum! Eğer bir kimse bu sözlere bir şey katarsa, Tanrı da bu kitapta yazılı belaları ona katacaktır. Eğer bir kimse bu peygamberlik kitabının sözlerinden bir şey çıkarırsa, Tanrı da bu kitapta yazılı yaşam ağacından ve kutsal kentten ona düşen payı çıkaracaktır'' (Esin.22:18-19).

Bu temel konuda siz de şahsen bir karar almalısınız. Acaba siz Kutsal Kitap ve geleneklerden oluşan çifte yetki üzerine mi yoksa yalnızca Kutsal Kitap yetkisi üzerine mi yaşamını kuracaksınız? Seçim sizindir.

Papanın Yetkisi ve Yanılmazlığı Konusunda Farklılık?

Mesih İnanlıları Roma papalık sistemini ve yetkisini tamamen reddederler. Katolik kilisesi papayı şu görkemli unvanlarla çağırır: ‘‘Tüm Hıristiyanların papası'' (yani babası), ‘‘çobanı ve şefi'', ‘‘kutsal peder'', ‘‘Mesih'in görünür temsilcisi'', ‘‘Petrus'un halefi'', ‘‘elçilerin prensi'', ‘‘aracı'' , vs... Hemen belirtelim ki, yalnızca İsa Mesih'e verilen ve verilmesi gereken bu unvanların papaya verilmesi ve onun tüm Hıristiyanlar üzerinde bu derece büyültülmesi Kutsal Kitap gerçeklerine tamamen aykırı düşmektedir. İsa Mesih açık bir şekilde kendisini izleyenlerin eşit olduğunu ve birinin diğerlerinin üzerine yükseltilmemesi gerektiğini bildirmiştir. Büyüklük sevdasına kapılan öğrencilerine İsa Mesih şöyle demiştir:

‘ ‘Bilirsiniz ki, ulusların önderleri onları egemenlik hırsıyla yönetirler, ileri gelenleri de onlara ağırlıklarını hissettirirler. Sizin aranızda böyle olmayacak. Aranızda büyük olmak isteyen, diğerlerinin hizmetkarı ve kulu olsun'' (Mat.20:20-27).

Başka bir olayda da İsa Mesih öğrencilerine şunları bildirdi:

‘‘Kimse sizi ‘Rabbi' diye çağırmasın. Çünkü bir tek öğretmeniniz var ve hepiniz kardeşsiniz. Yeryüzünde kimseye ‘Baba' demeyin. Çünkü bir tek Babanız var, O da göksel Baba'dır. Kimse sizi ‘önder' diye çağırmasın. Çünkü bir tek önderiniz var, O da Mesih'tir. Aranızda en üstün olan, diğerlerinin hizmetkarı olsun. Kendini yücelten alçaltılacak, kendini alçaltan yüceltilecektir'' (Mat.23:8-12).

Bu sözler öncülerini ‘Baba', ‘Rab', ‘sahip ‘ veya ‘efendi' olarak çağırmayı alışkanlık edinen Katolik ve Ortodoksların ne derece yanılgıda olduğunu sanırız açıkça göstermektedir. Katolik kilisesince ilk papa olarak benimsenmiş olan elçi Petrus hiç de kendisini en önde gelen papa olarak değil fakat diğer öncülerle bir tutarak ‘‘ben de onlar gibi bir ihtiyar'' diye tanıtır (1.Pet.5:1-5). Kornelyus onun ayaklarına kapanınca o ‘ ‘kalk ben de insanım'' diyerek onun kendisini onurlandırmasına engel oldu (Elçi.10:25-26). O'nun bu tutumu Katolik papalarının onurlandırma konusunda takınmış olduğu tutumdan ne kadar farklıdır!

Katolik kilisesi daha da ileri giderek 1870 yılında yapmış olduğu Vatikan konsülünde papanın ‘yanılmaz' olduğunu da ilan ederek sapıklığının doruğuna ulaştı. Katolik kilisesi, Papa'nın öğreti ve ahlak konusunda resmen beyan ettiği bütün düşüncelerde hatasız ve yanılmaz olduğunu ve bunların Kutsal Kitap sözleri gibi bütün Hıristiyanlarca kabul edilmesi gerektiğini ileri sürer! (Hıristiyan Dinini Özü, 1987, sf.19).

Oysa bizzat Katolik kilisesinin tarihi bu iddianın ne derece çürük ve yanlış olduğunu açıkça gözler önüne sermektedir. Tarih boyunca papaların desteklediği haçlı seferleri, korkunç engizisyon mahkemeleri, birbirleriyle çelişen bir sürü öğreti ve açıklamalar bu iddianın gerçeklerden ne kadar uzak olduğunu gösterir. Bir çok ‘‘kutsal pederlerin'' şahsi yaşamları da kutsal bir yaşamdan tamamen uzaktı. Ahlaksızlık, taht kavgası, üstünlük sevdası, yalan dolan, gaddarlık, politik hırs vs...

topluluğumu bu kayanın üzerine kuracağım... göklerin Egemenliğinin anahtarlarını sana vereceğim'' derken onu yanılmaz veya diğerlerinin üzerine egemen atamıyordu (Mat.16:13-20). Zaten bu beyandan hemen sonra Petrus Mesih'in ölümü konusunda yanılgıya düşmüş ve İsa da onu ‘Şeytan' diye adlandırmıştır!! (Mat.16: 21-24). Ne Petrus'un kendisi ne de diğer elçiler Mesih'in bu beyanını hiç de bu şekilde anlayıp yorumlamadılar. Elçi'lerin işleri kitabında okuduğumuz gibi ilk Kudüs konsilinde Petrus ilk yerde değil ama Barnaba, Pavlus ve Yakup gibi yalnızca söz alanlar arasındaydı. Konsil'in aldığı kararlar da yine Petrus'un değil ama elçilerin adıyla onaylanıp kiliselere ulaştırıldı (Elçi 15:1-29). Bundan başka elçi Petrus Yuhanna ile birlikte Samirye kentine bir görevi yerine getirmek amacıyla diğer resuller tarafından gönderiliyor (Elçi 8:14). Eğer o ilk papa olsaydı kendisi başkasını görevlendirmeliydi bu hizmet için. Elçi Pavlus da Petrus'u en önde gelen yetki veya papa olarak değil ama Yakup ve Yuhanna gibi ‘‘ topluluğun direklerinden biri'' olarak görüyordu. (Gal.2:9). Hatta Pavlus milletler hakındaki tutumundan dolayı Petrus'la muhalefete girerek onu ‘‘ikiyüzlü'' olarak suçlamıştır (Gal.2:11-14). Eğer Pavlus Petrus'u yanılmaz bir papa veya evrensel kilisenin yetki sahibi tek çobanı olarak görseydi böyle bir harekette bulunup onu herkesin önünde eleştirmeyecekti.

Şüphesiz Petrus ilk kilisede önemli bir rol oynamıştır. Dile getirmiş olduğu iman ikrarıyla gerçekten de kilisenin ilk taşı veya taşlarından oldu o (Efs.2:20). Ama iyi bilinmelidir ki, ‘‘hiç kimse atılan temelden, yani İsa Mesih'ten başka bir temel atamaz'' ( 1.Kor.3:11). Petrus, Pentikost günü üç bin kişinin tövbe etmesine öncülük ederek ve milletlerin imana gelmesine ilk aracı olmakla sözü edilen göklerin egemenliğinin anahtarlarını gerçekten de kullanmaya başlamıştır (Elçi.2:14-41; 10:1-48 Unutmayalım ki, Kutsal Kitap'a göre Mesih'in yerini alıp O'nun temsilcisi olan Petrus veya herhangi bir papa değil ama Kutsal Ruh'un kendisidir. (Yuh.14:16-18,16:7-15). Bundan başka Petrus'a verilen yetki daha sonra genelleştirilerek ilk yüzyıldaki bütün elçilere verilmiştir (Yu. 21:22-23). Yine belirtmeliyiz ki, Kutsal Kitap birçok çobanlık, müjdeci, öğretmen, şemmaslık vs... gibi imanlılara verilen ruhsal armağanlardan söz ederken, kesinlikle kiliseye verilen bir papalık armağanından söz edilmez. Böyle bir armağan mevcut değildir (Efs.4:11-13; 1.Kor.12:4-11).

Petrus'un Katoliklerin iddiasının tersine Roma'da papalık veya rahiplik yaptığı da meçhuldür. Kutsal Kitap beyanları daha ziyade bunun aksine tanıklık etmektedir. Örneğin Pavlus Romalılara ve Koloselilere yazdığı mektuplarında Roma'da bulunan inanlıların adlarını bir bir sıralarken Petrus'un adı hiç geçmemektedir! (Rom.16. Kol.4). Yine Pavlus Roma'ya vardığında oradaki imanlılar onu karşılamaya gelir ama aralarında yine ne Petrus var ne de onun izi... Bunlar bir kez daha Katoliklerin Petrus ve papalık hakkında sahip oldukları görüşlerinin yanlışlığını onaylar. Papalık yetkisi günümüze dek kesintisiz olarak süregeldi iddiası da tarihsel gerçeklerin ışığında yanlış çıkıyor çünkü bazı dönemlerde aynı anda iki papa hüküm sürüyordu ya da kilise belirli süre papasızdı. Daha önemlisi Kutsal Kitap açık bir şekilde birinden başkasına aktarılarak süregelen bir papalık veya kahinlik hizmetinden söz etmez. Kâhinlik hizmeti ilk anlamıyla Yahudi sistemine dayalı olup Levi sıptına ayrılan bir hizmetti. Mesih'in ölümüyle bu kahinlik hizmeti ve kurban sunma eylemi doruğuna vararak kesinlikle son bulmuştur (İb.7:26-7).

Meryem Ana'nın Kimliği ve Rolü Konusundaki Farklılık?


Mesih İnanlılarını Katolik ve Ortodokslardan ayıran diğer önemli bir nokta da Meryem ananın kimliği ve rolü konusudur. Katolikler ve Ortodokslar (Ermeni Apostolik Kilisesi, Süryani Kadim kilisesi vs...) Meryem anayı adeta bir tanrıçaya dönüştürmüşlerdir. Ayinleri ve öğretilerinin merkezi neredeyse Mesih değil ama Meryem anadır. O'nun onuruna yapılan kiliseler, hac yerleri ve bayramların sayısı İsa Mesih'inkinden daha fazladır. Kutsal Kitap ışığında Katolik ve Ortodoks'ların Meryem ana konusunda düşmüş oldukları beş temel yanılgı kısa olarak şunlardır.

1.Meryem anaya vermiş oldukları görkemli unvanlar konusundaki yanılgıları. Meryem'e şu görkemli unvanlar verilir: ‘ Tanrı'nın kutsal anası', ‘sabah yıldızı', ‘cennetin kapısı', ‘günahkârların sığınağı', ‘Hıristiyanların destekleyicisi ve yardımcısı', ‘meleklerin, göğün ve evrenin kraliçesi', ‘dünyanın Mesih ile ortak kurtarıcısı', ‘Avukat, aracı veya meyancı' vs.

Oysa Kutsal Kitap, bu isimlerin hiçbirini, hiçbir şekilde Meryem'e vermez. ‘Sabah yıldızı', ‘cennetin kapısı', ‘günahkârların dostu', ‘meyancı', ‘avukat ‘ isimlerini yalnızca İsa Mesih'e verir. Aynı zamanda Hıristiyanların yardımcısı veya destekleyicisiyse Kutsal Kitap'a göre yalnızca Kutsal Ruh'tur (Yu. 14:16-18 Kutsal Kitap yine açık bir şekilde yalnızca tek bir meyancının var olduğunu ve bunun yalnızca İsa Mesih olduğunu vurgular:

‘O, tüm insanların kurtulmasını ve gerçeğin bilincine erişmesini ister. Çünkü tek bir Tanrı ve Tanrı ile insanlar arasında tek bir Aracı vardır. Bu da insan olan ve kendisini herkes için fidye olarak sunmuş bulunan Mesih İsa'dır'(1Tim.2:4-6).

Yalnızca İsa Mesih'e ve Kutsal Ruh'a yaraşan bu isimlerin bir yaratığa verilmesi ciddi bir yanılgı ve hatadır. Şunu da belirtmeliyiz ki, Meryem'e verilen ‘göklerin kraliçesi' ismi tamamen putperestlikten gelmektedir. Bu isim Kutsal Kitap'ın Yeremya 7:16,20 ve İşaya 44:16-23'te Meryem'e değil, Babil tanrıçası Astarte'ye ilişkin söylenmektedir. Tanrı burada kendisini öfkelendirmek için gökler kraliçesine pideler hazırlayıp sunan kişileri açıkça lanetlemektedir. Şu da açıktır ki, Babil'lilerin tanrıçalarına verdikleri birçok isim 5'inci yüzyıldan itibaren, putperestlikten Hıristiyanlığı seçmiş, ama gerçekte putperest alışkanlıklarından tam olarak vazgeçmemiş ama onları Hıristiyan kisvesi altında muhafaza edenlerce Meryem'e atfedilmiştir.

4'üncü yüzyıldan itibaren Mesih'i doğurmasından dolayı Meryem'e verilmeye başlanan ‘Tanrı'nın anası' unvanına gelince; bu isim Kutsal Kitap'a ve biz Mesih İnanlılarına göre Tanrı'ya karşı büyük bir hakarettir. Bu isim ancak mitolojilerde rastlanan Tanrı'dan önce var olup, Tanrı'yı doğurmak, Tanrı'ya hayat vermek gibi Kutsal Kitap'a tamamen ters düşen, çarpık düşüncelere sebebiyet vermektedir. Tanrı'nın kesinlikle annesi yoktur, hiç olmamıştır ve olamaz da.. Hiç kimse Tanrı'yı doğuramaz veya O'na hayat veremez. Tanrı'dan önce kendisine sebebiyet verecek hiç kimse var olmamıştır. Tanrı ezelidir. Başlangıcı ve sonu yoktur. Meryem ancak İsa Mesih'in insanlığının annesi olmuştur Tanrılığının değil. Doğrudur ki, Luka 1:43'te Elizabet Meryem'e ‘Rabbimin anası' demiştir. Ama dikkat edilsin ki, burada ‘Tanrı'mın anası' değil, ‘ Rabbimin anası' deniliyor. Burada kullanılmış olan ‘Rab' kelimesi Tanrı anlamında değil ama Efendi veya sahip anlamında olup o zamanlarda bir çok saygın kişi bu şekilde çağrılmaktaydı (Mat.23:8-12). Başka bir bölümde Yakup'tan söz edilirken onun da ‘Rabbin kardeşi' olduğu belirtilir (Gal.1:19). Şüphesiz bizler bunu ‘Tanrı'nın kardeşi' anlamında yorumlayıp, bundan Yakup'un da çok özel biri olduğu sonucunu çıkarmamalıyız. Bu bizleri çarpık düşüncelere götürür. Bu yalnızca Mesih'in bedensel yöndeki kardeşi anlamındadır.

2. Meryem ananın doğuştan günahsızlığı konusundaki yanılgıları. Katolik ve Ortodokslar Meryem'in ‘anne karnında oluşmaya başladığı andan itibaren aslî günahtan tamamen arı kaldığını veya korunduğunu' bildirip, ‘hayatı boyunca da Meryem'in hiç bir günah işlememiş' olduğunu öğretirler (C.EC sf.135, H.D.Ö. sf.23). Meryem'in lekesiz var oluşu görüşü 1854 yılında resmen onaylanmış ve tüm Hıristiyanlarca kesinlikle kabul edilmesi gereken bir dogma olarak ilan edilmiştir.

Oysa Kutsal Kitap'ın hiçbir yerinde böyle bir görüş veya düşünce bile mevcut değildir. Kutsal Kitap çok açık bir ifadeyle içinde Meryem de olmak üzere bütün insanlığın günahlı olduğunu ve günahlı doğduğunu vurgular:

‘Doğru olan kimse yok, bir kişi bile yoktur... Hepsi yoldan saptılar... iyilik eden bir kişi bile yoktur... Hiç ayırım yoktur. Çünkü HERKES günah işledi ve Tanrı'nın yüceliğinden yoksun kaldı' (Rom.3:10-12,22-23; 5:12).

Kutsal Kitap bunun dışında kalan tek kişinin yalnızca İsa Mesih olduğunu bildirir (İbr.4:15,7:26; 1Pet.1:19, 2:22; Yu. 8:46, 1Yu. 3:5; Eyb.14:4). Meryem'in kendisi bile Luka 1:46-47'de Tanrı'ya ‘Kurtarıcım' diye hitap etmekle günahlılığını ve kurtuluşa muhtaç biri olduğunu dile getirmiştir. Bundan başka Luka 2:22-24'te şeriatın doğrultuda Meryem'in tapınakta bir çift güvercin yavrusu sunması da Levililer 12:6-8'e göre onun günahlılığının başka bir kanıtıdır. Günahsız birinin kurban sunmaya gereksinimi olmadığı açıktır. Zaten M.S. 4'üncü yüzyıldan itibaren ileri sürülmeye başlana Meryem'in günahsızlığı konusu 1854'te resmen bir dogma olarak kabul edilişine kadar kilise içinde bir sürü tartışmalara ve protestolara neden olmuştur. Bu görüş kesinlikle Kutsal Kitap'ın bir öğretisi değildir. Kilisece ortaya atılmış geleneklere dayalı bir öğretidir o kadar. Bundan başka eğer Meryem günahsız doğsaydı bu onun anne ve babasının da günahsız doğmasını gerektirecekti. Anne babası günahsız doğduysa onların anne babaları da vs... bu sürüp gider.

3. Meryem'in bedeni ve canıyla ölümden sonra göğe kaldırılması görüşü. Katolik kilisesi 1950 yılındaki bir konsülde, Meryem'le ilgili olarak bütün Katoliklerce kabul edilmesi gereken yeni bir dogma ortaya attı. Bu dogma Meryem ananın ‘yeryüzündeki yaşamı sona erince, bedeni ve canıyla' aynı Mesih gibi göğe kaldırılıp, hükmetmek amacıyla ‘Rab tarafından evrenin kraliçesi olarak yüceltilmesi' öğretisiydi (CEC.sf. 254). O tarihten bu yana her sene 15 Ağustosta tüm Katolik ve Ortodokslar Meryem'in göğe alınışını kutlarlar. Hıristiyan Dininin Özü adlı kitap ‘ Aziz Meryem'in göğe alınışı bir iman maddesi midir? diye sorar ve hemen ardından da yanıtlar: ‘Aziz Meryem'in göğe alınışı bir iman maddesidir, çünkü o Kilise'nin yanılmaz yetkisiyle belirlenmiştir' (sf.32).

Oysa Kutsal Kitap'ta bu görüşü destekleyecek tek bir ayet bile mevcut değildir. Bu Katolik kilisesinin Meryem'e duyduğu aşırı saygı ve bağlılıktan kaynaklanan hayal ürünü bir öğretidir. Bilindiği gibi Mesih haçta asılıyken Meryem'i öğrencisi Yuhanna'ya emanet etmiştir. Meryem'in ölümüne dek onunla kalan Yuhanna kesinlikle böyle bir düşünce veya olaydan söz etmemiştir. Hatta ‘ İnsanoğlundan başka hiç kimsenin göğe çıkmadığını' belirten Mesih'in sözlerini de o kaydetmiştir (Yu.3:13). Böyle bir olay olsaydı o bunu şüphesiz bildirecekti. Seneler sonra, Meryem'in ölümünden bile sonra Esinleme kitabında yaşlı Yuhanna dirilen Mesih'i görmüş ama O'nun yanında ne Meryem'i görmüştür ne de onun gökte olduğundan söz etmiştir o. Esinleme 12'de sembolik bir tarzda güneşe sarılmış, ayaklarının altında ay ve başında on iki yıldızdan oluşmuş bir taçla beliren hamile kadın kesinlikle Meryem değil ama on iki sıptan oluşup bereket ve imtiyazlara mahsur olmuş, Kurtarıcının kendisinden geldiği İsrail halkıdır bu (Tek.37:9;Rom.9:4-5). Bundan başka Kutsal Kitap dirilişlerin sıralanışından söz ederken şunları belirtir:

‘‘Herkes nasıl Adem'de ölüyorsa, herkes Mesih'te yaşama kavuşacak. Her biri sırası gelince dirilecek: ilk örnek olarak Mesih, sonra Mesih'in gelişinde Mesih'e ait olanlar'' (1Kor.15:23).

Bu ayet açık bir şekilde göstermektedir ki, dirilerek göğe giden yalnızca Mesih'tir. Mesih'in dirilişinden sonra, Mesih'e ait olanların dirilişiyse, yalnızca Mesih'in ikinci geliş anında gerçekleşecektir. Bu ikinci gelişten önce, içinde Meryem de olmak üzere Mesih benzerliğinde hiç kimse dirilmemiş ve göğe alınmamıştır. Kutsal Kitap'a dayanmayan böyle bir öğretinin bir iman maddesi ve dogma olarak empoze edilmesi üzücü bir gerçektir.

4. Meryem ananın ebediyen bakire kalması görüşü. Katolik ve Ortodoksların diğer bir yanılgısı da Mesih'in doğumundan sonra Meryem'in Yusuf ile normal bir karı-koca yaşamına sahip olmayıp onun ebediyen bakire kalması ve dolayısıyla Yusuf'tan da çocukları olmayı öğretileridir(CEC. Sf.134-135).

Biz Mesih İnanlıları Kutsal Kitap verilerine dayanarak Meryem'in yalnızca Mesih'in doğuşuna kadar bakire kaldığını fakat Mesih'in doğumundan sonra Meryem'in aynen diğer insanlar gibi Yusuf ile beraber normal bir karı-koca yaşamına sahip olup hatta bunun sonucunda birçok çocukları bile olduğunu kabul ederiz. Zaten bizzat melek Cebrail Yusuf'a ‘ Meryem'i kendine karı olarak almaktan korkma' (Mat.1:20) diyerek açıkça Meryem ve Yusuf'un normal bir aile yaşamı sürdürmesinde bir sakınca olmadığını belirtmiştir. Yusuf meleğin talimatı üzere ‘Meryem'i eş olarak yanına aldı. Ne var ki, Meryem oğlunu doğuruncaya dek Yusuf onunla birleşmedi' (Mat.1:24-25). Açıkça görüldüğü gibi Yusuf, yalnızca İsa doğana dek Meryemle birleşmedi. Bundan sonrası için hiçbir sınırlama yok.

Bundan başka İncil'in birçok yerinde İsa'nın kardeş ve kız kardeşlerinden söz edilir ve hatta isimleri sıralanır:

‘Meryem'in oğlu, Yakup, Yose, Yahuda ve Simun'un kardeşi olan marangoz değil mi bu? Kız kardeşleri burada, aramızda yaşamıyor mu?" Ve gücenip O'nu reddettiler.'.

‘Birisi İsa'ya, "Bak" dedi, "annenle kardeşlerin dışarıda duruyor, seninle konuşmak istiyorlar." İsa, kendisiyle konuşana şu karşılığı verdi: "Kimdir annem, kimdir kardeşlerim?" Eliyle öğrencilerini göstererek, "İşte annem, işte kardeşlerim!" dedi. "Göklerdeki Babamın isteğini kim yerine getirirse, kardeşim, kız kardeşim ve annem odur."(Mat. 12:46-50).

Bazıları bu kardeşler sözünü İsa'nın bedensel değil de ruhsal kardeşleri olduğunun ileri sürer. Bu çürük bir tezdir çünkü Kutsal Kitap ilk başlarda bu kardeşlerinin kendisine inanmadığını belirtir:

‘Yahudilerin Çardak Kurma bayramı yaklaşmıştı. Bu nedenle İsa'nın kardeşleri O'na, "Buradan ayrıl, Yahudiye'ye git" dediler, "öğrencilerin de yaptığın işleri görsünler. Çünkü kendini açıkça tanıtmak isteyen bir kimse yaptıklarını gizlemez. Mademki bu şeyleri yapıyorsun, kendini dünyaya göster!" Kardeşleri bile O'na iman etmiyorlardı .'(Yu. 7:2-5).

İsa'nın kardeşlerinin onun kuzenleri olduğunu söylemek de yanlıştır çünkü Yunanca da kuzen için ayrı, kardeş için ayrı kelimeler vardır. Eğer gerçekten kuzenleri olsaydı asıl kuzen kelimesini kullanacaktı Kutsal Kitap ama bu böyle değildir. Doğrudur ki, kardeş kelimesi bazen aynı topluma, aynı millete ait insanlara nispeten kullanılır. Kutsal Kitap'ta bu sözün bu anlamda kullanıldığı yerler açıktır. Ama İsa'nın kardeşlerinden söz edildiğinde bunun ailesel ve harfî anlamda olduğu açıktır. İncil'de yine şu ifadeleri okuruz:

‘Bundan sonra İsa, annesi, kardeşleri ve öğrencileri Kafernahum'a inerek orada birkaç gün kaldılar'(Yu.2:12;Eiçi 1:14).

Burada da açıkça görüyoruz ki özenle öğrencileri anası ve kardeşleri ayrı ayrı belirtilmektedir. Katolik ve Ortodoks kiliselerinin Meryem'in ebediyen bakire kaldığı iddiasının gerisinde evlilik olgusunun hor görülmesi ve kutsal bir kadına bunun yakışmayacağı çarpık düşünce yatmaktadır. Kutsal Kitap açık bir şekilde evliliği kutsal niteler ve asla onu hor görmez. Bu ve buna benzer ayetler açıkça belgelemektedir ki, Meryem ebediyen bakire kalmamış fakat Yusufla evlenerek birçok çocukları olmuştur.

5. Meryem anaya dua ve ibadet edilip yüceltilmesi yanılgısı. Katolik ve Ortodokslar (Ermeni Apostolik, Süryani Kadim vs...) kiliseleri Meryem'e bağlılıklarında daha da ileri gidip, ona özel bir ibadet, tapınış ve dua sunarak yanılgılarının doruğuna varırlar. Meryem'e sunmuş oldukları birçok dua da ondan merhamet, yardım, günahlardan bağış dileyip, yaşamlarını onu eline teslim ettiklerini dile getirirler. Katoliklerce hazırlanan Hıristiyan dininin Özü adlı kitapçıkta Meryem'e şu dua yükseltilir:

‘ Ey şefkatli Bakire Meryem, himayene sığınan, yardımını dileyen ve aracılığını isteyen hiç kimsenin, senin yardımını görmeden geri çevrildiğini hatırla. Bundan cesaret alarak sana koşuyorum. Ey Mesih İsa'nın Annesi ve benim şefkatli Annem, sans geliyorum ve günahlarım yüzünden çektiğin acılarla ayaklarına kapanıyorum. Ey Kurtarıcımız Mesih'in Annesi, dualarımı reddetme, onları dinle ve kabul et. Amin ‘(sayfa 79-80).

Kutsal Kitap'a göre Meryem'e sunulan bu dua, tapınış ve şereflendirme eylemleri, büyük bir günah olup ‘ karşımda başka ilahların olmayacak, onlara tapınmayacaksın' emrini çiğnemektir (Çık.20:3-5). İsa Mesih, elçiler ve melekler açık bir şekilde yalnızca Tanrı'ya tapınılıp, O'na dua edilmesini ve yalnızca O'na hizmet edilmesi gerektiğini belirtmişlerdir. Yalnızca Tanrı'ya ve Mesih'e sunulması gereken bu dua ve tapınışın bir yaratık olan Meryem'e sunulması Hıristiyan kiliselerince kabul edilemeyecek bir uygulama olup Yaratıcıdan ziyade yaratığa tapma hatasına düşmektir. Kutsal Kitap'ın hiç bir yerinde Meryem'e sunulan bir dua, bir tapınış veya yüceltme eylemi mevcut değildir. Her ne kadar Katolik kilisesi Meryem'e sunulan bu tapınışın Tanrı'ya sunulan (latri) tapınıştan farklı ve aşağı bir (hiperduli) tapınış olduğunu söylese de uygulamada arada hiçbir fark yoktur ve bu puta tapıcılıkla aynıdır. Sırf Kurtarıcı İsa'nın annesidir diye Meryem'e dua etmek, tapınmak veya onu yüceltmek büyük bir hatadır. Bizzat İsa Mesih'in kendisi bu gerçeği Luka 11:27-28'de açıkça şu sözlerle ifade etmiştir:

‘İsa bu sözleri söylerken kalabalığın içinden bir kadın O'na, "Ne mutlu seni taşımış olan rahme, seni emzirmiş olan memelere!" diye seslendi. İsa, "Daha doğrusu, ne mutlu Tanrı'nın sözünü dinleyip uygulayanlara!" dedi

İsa Mesih'in kendisi bile birçok olayda Meryem'e fazla yer vermemiştir. Annen ve kardeşlerin dışarıda seni görmek istiyorlar denildiğinde O ‚ ‘benim anam kimdir? ve kardeşlerim kimdir?' demiş ve öğrencilerini göstererek ‘göklerde olan Baba'mın iradesini kim yaparsa benim kardeşim ve anam odur' diye vurgulamıştır (Mat.12:46-50). Kana şehrindeki düğünde de İsa Mesih annesine ‘kadın' diyerek hitap etmiştir. Elçiler de kendi aralarında ona özel bir yer vermemişlerdir. Son olarak adı geçen Elçiler kitabında Meryem'i ve kardeşlerini diğer öğrencilerle dua hizmetinde görüyoruz o kadar. Bundan sonra ne mektuplarda ne de diğer yazılarda ondan söz edilmez. Eğer Katolik ve Ortodoksların Meryem hakkındaki düşünceleri doğru olsaydı böyle bir suskunluk mevcut olmayacaktı.

Şüphesiz biz Mesih İnanlıları Rab İsa'nın diğer öğrencilerine karşı duyduğumuz saygı benzerliğinde Meryem'e de saygı duyarız. Fakat asla ona ne dua eder, ne tapar, ne de şereflendiririz. Kendisi diğer elçiler ve kutsallar gibi şimdi ölüdür ve Rabbin huzurunda bedensel dirilişini beklemektedir. Kendisi neticede bir insan bir yaratık olduğundan zaman ve yerle sınırlıdır ve kendisine sunulan duaları ne işitebilir ne de cevaplayabilir. Bundan başka Meryem'e dua ederek onu çağırma hareketi ölmüş birini çağırmak anlamına gelip Tanrı'nın şu buyruğunu çiğnemek demektir:

‘Aranızda ... ölülere danışan bulunmayacaktır' (Tes.18:9-12).

Meryem'e tapınmak alışkanlığı 4'üncü yüzyılda, tanrıçalara tapınma alışkanlıkları yaygın olan putperestllerin Hıristiyanlığı benimsemesiyle başlamıştır. Bu kişiler tapınmış oldukları tanrıçaları Meryem'le özdeşleştirerek sapık alışkanlıklarını Hıristiyan kisvesinde sürdürmüşlerdir.

Melek ve Azizler, Resim Heykel ve Suretlerin Kullanımı Konusundaki Farklılıklar

Mesih İnanlılarını Katolik ve Ortodokslardan ayıran diğer bir özellik de onların melek, Meryem ve azizleri şereflendirmeyip tapınmamaları ve yine tapınış yerlerinde onların resim heykellerini bulundurmamalarıdır. Mesih İnanlıları her ne kadar Mesih'i gerçek Tanrı olarak görüp O'na tapınsa da O'nun insan eliyle yapılmış tasvir ve heykellerine kesinlikle eğilmez ve tapınmazlar. Yine her ne kadar genelde tapınaklarında haç bulundurulsa da asla haçı şereflendirmez veya onun önüne geçip dua etmezler. Haç, tapınak ve kitaplarında yalnızca Mesih'in kurtarış sağlayan ölümünün bir sembolü olarak kullanılır. Kitaplarında kullanmış oldukları resimler de yalnızca eğitimsel amaçlıdır. Azizler konusundaki tutumları da Kutsal Kitap'ta sözü edilen bu kutsal kişilerin yaşam tarzlarını ve imanlarını kendilerine örnek olarak görmekten öte geçmez (ibr.11 ). Meleklerin de görkemini kabul etmelerine rağmen asla onlara tapınmaz veya onları şereflendirmezler.

Fakat Katolik ve Ortodoks kiliselerin bu suret ve heykellerin kullanımı sembol veya eğitimsel kullanımdan daha da öteye gidip, melekler ve azizler de içinde olmak üzere özel bir şerefe ve tapınışa hedef olmaktadır. Örneğin son olarak yayımlanmış Katolik kilisesinin eğitim kitabı her ne kadar Tanrı'ya sunulan tapınıştan daha aşağı derecede bir tapınış sunduklarını belirtse de Katolik kilisesi açık bir şekilde Mesih'in, Meryem'in ve azizlerin tasvir ve heykellerine tapınıp onları şereflendirmek gerektiğini öğretir (Catéchisme de l'Eglise Catholique, Ssyfa 308-309,536-537). Katolik kilisesi öncülerinden biri olan Akinalı Tomas açık bir şekilde ‘Mesih'e tapındığımız gibi O'nun haçına da aynı şekilde tapınırız' der ve ‘haça da dua yöneltilme' sinden söz eder (Somme Théologique, cilt III, sayfa 253-270). Hatta bazı kiliselerde direkt olarak haça yöneltilmiş dualar vardır. ‘Ey Mesih'in kanlı haçı vs... Bazı konsüllerce kabul edilip bazılarınca da reddedilen resim ve heykellerin kiliselerde kullanılma uygulaması şiddetli tartışma ve itirazlardan sonra nihayet 16'yüzyılda Trente Konsilinde bir iman maddesi olarak empoze edilmiştir.

Mesih İnanlıları Çıkış 20:1-5'deki On emirin ilk ikisine dayanarak tasvir ve suretlerin şereflendirilmesini kesinlikle reddederler:.

‘Seni esirlik evinden çıkaran Allahın Yehova (Yahwe) Benim. Karşımda başka ilahların olmayacaktır. Kendin için oyma put, yukarıda göklerde olanın, yahut aşağıda yerde olanın, yahut yerin altında sularda olanın hiç suretini yapmayacaksın; onlara eğilmeyeceksin; ve onlara ibadet etmeyeceksin'

Her ne kadar bazıları bu resimlere değil yalnızca onların temsil ettiği kişilere dua edip şereflendirdiklerini söyleseler de gerçekte bu Tanrı'nın Sözü'ne uygun düşmez. Mısır esaretinden özgürlüğe çıkan İsrail halkı Musa Sion dağında Tanrı'nın huzurunda bulunduğu sırada kendilerini kurtaran Tanrı'yı buzağı suretinde temsil ederek ‘işte sizi esirlikten kurtaran Tanrı' diye ilan etmiş ve bunun sonucunda Tanrı tarafından ciddi bir şekilde cezalandırılmışlardır. Zehirli yılanların zehrinden kurtulmaları amacıyla Tanrı'nın emriyle Musa'nın yapmış olduğu tunç yılan tapınış aracı olmaya başlayınca kral Hizikiya tarafından parçalandı (2.Kırallar 18:4) Zaten ilk yüzyıldaki Mesih İnanlıları da ibadetlerinde kesinlikle suret, resim veya heykeller kullanmazlardı. Daha iyi yoğunlaşmak için bu suretleri kullananlara elçi Pavlus'un şu bildirisi yeterli bir uyarı olsa gerek: ‘Biz görünüşle değil imanla yürüyoruz' (2.Kor.5:7) ve yine ‘Sevgili çocuklarım kendinizi putlardan koruyun' Örneğin Katolik ve Ortodokslar meleklere ve azizlere de dua ve yardıma çağırmalarıyla adeta onlara tapınmaktadırlar.

Tanrı çocuklarının acı çekmesine neden izin verir ?

Bu zorluklara nasıl yanıt vermeliyim?


Tanrı’nın Sözü kurtulduktan sonra Tanrı çocuklarının acıyla karşılaşacaklarına ilişkin iki neden verir. İlk olarak, günahın gücünden kurtulmamıza rağmen, Hristiyanlar hala günahın etkilerini yaşamaktadırlar.

Acı çekme gerçeği günah ile kirletilmiş bir dünyada varolmaya devam etmektedir. Hatta inanlılar acı, hastalık, yaşlanma ve ölümü tecrübe etmekte ve sıkça kazaya uğramakta veya başkalarının günahlarının kurbanı durumuna düşer. Bu şeyler hepimize tanıdık gelir ve tümünün günah ile bağlantısı vardır.

Fakat inanlıların acı çekmesinin bir diğer nedeni daha vardır: Mesih’le birlik.

Bu birliktelik, Tanrı Mesih’in çektiği acıların benzerlerine sahip olma ayrıcalığını bize verdi – doğru olanı yapma uğruna çekilen acılar.

Sevgili kardeşlerim, sınanmanız için size giydirilen ateşten gömleği, size garip bir şey oluyormuş gibi garipsemeyin. Tersine, Mesih'in acılarına ortak olduğunuz oranda sevinin ki, Mesih'in görkemi görüldüğünde de sevinçle coşasınız. Mesih'in adından ötürü hakarete uğrarsanız, size ne mutlu! Çünkü Tanrı'nın yüce Ruhu üzerinizde bulunuyor (1.Petrus 4:13-14; Romalılar 8:18)

Doğruluk uğruna acı çekmek, normal Hristiyan yaşamının bir parçasıdır. Acıyı uzaklaştırmak değil acının varlığı kurtuluşumuzun garantisidir. Kutsal Yazılar aslında bizim denenmelerle karşılaşmaya hazır olmamızı söyler: Sevgili kardeşlerim, sınanmanız için size giydirilen ateşten gömleği, size garip bir şey oluyormuş gibi garipsemeyin. (1. Petrus 4:12)

Acı çekme vaadiyle birlikte, Tanrı bize huzurunu ve son bir ödül vaat etmesine minnettar kalırız. Bu çok değerli gerçeklerden dolayı - inanlı olmayana tamamen umutsuzluk olarak görünen - ümitle karşılık verebilirsiniz.

Denenmeler geldiğinde uygun şekilde yanıtlayabilmeniz için prensiplerin listesini biraraya getirdik. Doğru yanıt imanınızın içtenliğini kanıtlayacak ve Tanrı’nın lütfunun sizin aracılığınızla görünmesine fırsat verecektir.

Mezmur 34:18 şöyle diyor:” RAB gönlü kırıklara yakındır, Ruhu ezginleri kurtarır”.

İbraniler 13:5 Tanrı’nın sizi asla bırakmayacağını hatırlatır çünkü O’nun huzurunun daima sizinle olacağını vaat etti (Matta 28:20). Kararlı Tanrı’ya yaslanıp, dinlenebilir; aydınlık günün bereketlerinde sizinle olduğu kadar, karanlık acılarda da sizinle birlikte olduğunu bilebilirsiniz.

Peygamber Yeramya şöyle yazdı: “RAB'bin sevgisi hiç tükenmez, Merhameti asla son bulmaz; Her sabah tazelenir onlar, Sadakatin büyüktür” (Ağıtlar 3:22-23). Tanrı’nın şefkati asla bitmez veya eskimez; tükenmez ve sürekli yenilenir. Geçtiğiniz acılar ne olursa olsun, gerçek değişmez.

Birinci Korintliler 10:13 “Herkesin karşılaştığı denemelerden başka denemelerle karşılaşmadınız. Tanrı güvenilirdir, gücünüzü aşan biçimde denenmenize izin vermez. Dayanabilmeniz için denemeyle birlikte çıkış yolunu da sağlayacaktır” vaadini verir. Dayanabilirsiniz çünkü Tanrı size kaldıramayacağızdan daha fazlasını vermeyeceğini vaat etti. Sizin onun üstesinden gelmenizi istiyor ve sizin altında ezileceğiniz herhangi bir denenme ile karşılaşmanıza izin vermez.

Hiçbir inanlı (Hristiyan) mükemmel değildir ve göksel Baba’larının onları disiplin etmesine ve eğitmesine ihtiyacı vardır. O sadık bir şekilde, her gerçek çocuğunun kutsal olması için disiplin altından geçmesini sağlar. İbraniler 12:6 şöyle der: “Çünkü Rab sevdiğini terbiye eder, Oğulluğa kabul ettiği herkesi cezalandırır.” Bu gerçek Yeni Antlaşma’ya özgü değildir; Yasa’nın Tekrarı 8:5 “Tanrınız RAB'bin, çocuğunu eğiten bir baba gibi, sizi nasıl eğittiğini anlayın”.

Tanrı’nın disiplinine nasıl yanıt vermelisiniz? Seven göksel Baba’nız sizde çalıştığı için O’na şükran ile boyun eğmeliyiz. Bu işten dolayı cesaretsizliğe ve kızgınlığa kapılmamakta kararlı olun (İbraniler 12:5). Tanrı sizi daha etkin kılmak ve meyve vermeniz için yaşamınızı buduyor. İsa şöyle dedi, “Bende meyve vermeyen her çubuğu kesip atar, meyve veren her çubuğu ise daha çok meyve versin diye budayıp temizler” (Yuhanna 15:2).

Tanrı sizin neye ihtiyacınız olduğu ve ne kadar başa çıkabileceğinizi bilir, ve sizin imanınızı sağlamlaştırmak ve çevrenizdekilere onu göstermek için size denenmeler gönderir. O’nun lütfunun gücünün bir örneği olmanız için sizi lütfuyla seçti. O’nun lütfu “sana yeter. Çünkü gücüm, güçsüzlükte tamamlanır” (2. Korintliler 12:9). Ümitsiz, huzursuz, ölüm korkusu ve tamamen boşlukta yaşayan bir dünyada, sizin denenmelerde dayanmanız Tanrı’nın yaşadığının ve görkemle çalışmakta olduğunun tanıklığıdır.

Yoğun acıların ortasında dayanmanız, ümitsiz dünyaya gerçek ümidin bir tanıklığını sağlar. Karşılaştığınız denenmeler ne kadar yoğun olursa olsun, size daima sevindiren cennet ümidine sahipsiniz. Tanrı’ya inanan ve O’nun Sözüne güvenen biri için, Mesih’i bilmenin görkemli harikasıyla karşılaştırılmaya değmeyen acı ve ölüm gerçeği bir hazinedir. Pavlus bunu şöyle onayladı, “Kanım şu ki, bu anın acıları, gözümüzün önüne serilecek yücelikle karşılaştırılmaya değmez” ( Romalılar 8:18).

Böylece eğer bir denenmeden/zorluktan geçiyorsanız, sizin çevrenizdekilere örnek gerçek sevinç örneği olmanız için ruhsal durumunuzun görkemli şekilde görünmesi için dua edin (Yakup 1:2-4,12).

Dünya'nın Sonu ve İsa Mesih'in İkinci Gelişi Nasıl olacak?

Her birimizi çok yakından ilgilendiren, bu önemli bir konuyu merak ediyoruz değil mi?:Gelecekte olacak şeyler, İsa Mesih'in ikinci gelişi ve dünyanın sonu. Herbirimiz, dünyadaki ani değişikliklere, vahşetlere, savaşlara, uluslararası kargaşalıklara ve çevremizde olup biten gizemsel olaylara bakarak, kendi kendimize hemen soruyoruz: "Dünyamız böyle nereye gidiyor?","Gelecekte neler olacak?","Bizleri ve dünyamızı bekleyen olaylar nelerdir?", "Kıyamet veya son nasıl olacak?" vs..Bu sorular çok önemli olup, şüphesiz güvenliğimiz ve mutluluğumuz açısından doğru bir şekilde yanıtlanması gerekir. Doğru yanıtı bulmak için bizler medyumlara, büyücülere, facılara, ruhçulara veya gazetelerdeki horoskop köşelerine değil, yine Yaratıcı'mız Tanrı'ya ve O'nun Sözü olan Kutsal Kitap'a yönelmeliyiz. Çünkü gizemli geleceğin anahtarı yalnızca Tanrı'dadır. O, gelecekte olacak her şeyi, tüm incelikleriyle apaçık görmekte ve yarattıklarının yararı için de bunları, Kutsal Kitap yoluyla insanlığa açıklamaktadır. Kutsal Kitap'ta okuduğumuz gibi yalnızca Tanrı: "Sonu başlangıçtan ve henüz olmayan şeyleri kadimden bildiren"dir (İşa. 46:10) Kesin olarak biliyoruz ki Tanrı'nın insanlık için öngördüğü kurtarma planı veya programı bir gün tam olarak sonuçlanacak ve son sözü söyleyen yine Tanrı olacaktır. Tanrı'nın bildirdiği ve olacak dediği herşey aynen gerçekleşecektir. Bizzat Tanrı bu konuda şu güvencede bulunur: "Öğüdüm duracak ve bütün muradımı yapacağım... evet, Ben söyledim ve yerine getireceğim; Ben tasarladım ve onu yapacağım." (İş. 46:10-11). İsa Mesih de şunları bildirir: "Gök ve yer geçecek ama benim sözlerim geçmeyecektir." (Mat.24:35). "Bunların yerine gelmesi gerektir." (Mat. 24:6). Bu nedenle geleceğin Efendisi ve Egemeni olan Tanrı bizlere şu çağrıda bulunur: "Gelecek şeyleri Ben'den sorun." (İş. 45:11). Unutmayalım ki, Tanrı'nın bunları bizlere açıklamasının başlıca amacı, bizlerin merakını gidermek değil, tam tersine gelecek tehlike ve yıkımları görerek uykudan uyanabilmemizi ve daha şimdiden geleceğimizi tam bir güvenlik altına alabilmemizi sağlamaktır.Çünkü Tanrı insanları uyarmadan veya "peygamber kullarına sırrını açmadıkça bir şey yapmaz." (Ams. 3:7). Tanrı her defasında önce uyarmış, daha sonra da yargısını itaatsiz insanların üzerine boşaltmıştır.Nuh tufanı, Sodom ve Gomora yargıları bu gerçeğin açık örneklerindendir. Dua ve dileğimiz budur ki, inceleyeceğimiz bu konu, düşüncenizde sadece bir teori olarak kalmaz, yaşam ve yüreğinize akarak yaşamınızı tümden değiştirip, gelecek için kendinize "iyi bir temel hazırlamanıza" yardım eder (1Tim. 6:18).


İSA MESİH'İN İKİNCİ KEZ DÜNYAYA GELECEĞİ BİR GERÇEK MİDİR?

Evet bu bir gerçektir. Bu inanış Kutsal Kitap'ın temel bir öğretisi olup, Mesih İnanlılarının başlıca ümididir. Bu dönüş aynı zamanda Tanrı'nın başlangıçtan beri hazırlayıp yürürlüğe koyduğu "kurtarma planının" odak noktasıdır. İsa Mesih bu dönüşüyle, bundan iki bin sene önce başlamış olduğu kurtarma işini kesin ve tam bir şekilde evrensel çapta bütünleyip noktalayacaktır. Yine bu şekilde, insanlığın içinde bulunduğu acı duruma tam ve kesin bir çözüm sunacaktır. Mesih'in dönüşünü içermeyen gerçek bir Mesih inancı asla düşünülemez. Aksi durumda bu bitirilmemiş ve çatısı olmayan bir eve benzer. Evet, bu temel bir inanç olup uydurulmuş bir efsane değildir, güvenmemiz ve bağlanmamız gereken Tanrısal bir gerçektir. Çünkü bizzat İsa Mesih açıkça ikinci kez yeryüzüne geleceğini bildirmiştir: "O zaman İnsan'oğlunun belirtisi gökte görünecek. Yeryüzündeki bütün halklar ağlayıp dövünecek. İnsanoğlu'nun gökteki bulutlar üzerinde büyük güç ve görkemle geldiğini görecekler." (Mat. 24:30, Yu. 14:3; 21:22 vs.). Madem ki İsa Mesih'in ölümü, dirilişi vs..ile ilgili birçok bildirileri açık bir şekilde gerçekleşti, dönüşüyle ilgili bu sözleri de mutlaka gerçekleşecektir. Melekler de Rab İsa Mesih'in ikinci geliş gerçeğini vurgulamışlardır: "Melekler 'Ey Celileliler, neden göğe bakıp duruyorsunuz?' diye sordular. Sizden göğe alınan bu İsa, göğe gittiğini nasıl gördünüzse, aynı şekilde geri gelecektir." (Elçi.1:11). İsa Mesih'in öğrencileri de açıkça aynı gerçeği ilan ettiler: "Oysa bizim vatanımız göklerdedir. Ve oradan Kurtarıcı olan Rab İsa Mesih'i bekliyoruz." (Fil. 3:20)."Bütün bunlar, Rab İsa ateş alevleri içinde güçlü melekleriyle gökten gelip göründüğü zaman olacak." (2.Sel.1:8 vs.). " Mesih birçoklarının günahlarını yüklenmek için bir kez kurban edildi. İkinci kez, günah yüklenmek için değil, kurtuluş getirmek için kendisini bekleyenlere görünecektir."(İbr. 9:27).


İSA MESİH'İN İKİNCİ GELİŞİ NASIL OLACAKTIR?

Belki hemen yerinde olarak "Mademki İsa Mesih gelecek, o halde bu nasıl ve ne tarzda olacak? diye kendi kendine sorabilirsin. Önemli ve yerinde bir soru. İlk olarak hemen belirtelim ki İsa Mesih'in ikinci gelişi kişisel ve görünür bir tarzda gerçekleşecektir. Bizzat İsa Mesih bütün insanların kendi dönüşünü göreceğini bildirdi: "İnsanoğlu'nun gökteki bulutlar üzerinde büyük güç ve görkemle geldiğini görecekler."(Mat. 24:30). Elçi Yuhanna da Esinleme 1:7'de şöyle der: "İşte, bulutlarla geliyor! HER göz O'nu görecek ve O'nun için dövünecekler.". Melekler de Mesih'in bu kişisel ve görünür gelişine tanıklık etmişlerdir:"Sizden göğe alınan bu İsa, göğe çıktığını nasıl gördünüzse, aynı şekilde geri gelecektir." (Elçi. 1:11). Mesih dirildiği, yüceltilmiş bedeniyle geri dönecektir. Bu nedenle "Mesih 1868 veya 1914 tarihinde görünmez olarak geldi." diyen Ruhçular (Spiristçiler) ve Yehova Şahitleri bu konuda ciddi bir yanılgı içindedir. İkinci olarak İsa Mesih'in geri gelişi yeryüzümüz üzerine, büyük bir görkemle, melek ve kutsal kişilerin (kilisenin) eşliğinde olacaktır (Mat. 25:31; Esin. 19:11-21). Bu olay dünya tarihimizin en çarpıcı, en görkemli ve en devrimsel olayı olacaktır. Mesih'in yeryüzüne ilk gelişi çok basit ve halim bir şekilde oldu. Ama ikinci gelişi bundan tamamen farklı olacaktır. Mesih, büyük bir ihtişam ve görkemle "Kralların KRALI ve Rablerin RABBİ" olarak gelecektir. Dünyanın kralları, başkanları ve tüm yöneticileri bu defa O'ndan titreyecek, dizlerinde güç kalmayacaktır.Kutsal Kitap'tan çıkarmış olduğumuz diğer bir gerçekte, İsa Mesih'in bu ikinci gelişinin iki aşamalı bir geliş olacağıdır. Mesih, ilk aşamada tam olarak yeryüzüne inmeden, kendisini bekleyen imanlılar topluluğuyla "havada" toplanmak için gelecektir (2Sel. 2:1). "Kilisenin göğe kaldırılması" olarak da bilinen bu olay ani bir şekilde olacaktır.İkinci aşama ise İsa Mesih'in bu "havadan" görkemle, kilise ve meleklerinin eşliğinde Armagedon savaşında kişisel ve görünür bir tarzda yeryüzüne gelişi veya inişi olacaktır. Bildirmiş olduğumuz gibi Mesih'in gelişinin bu ikinci aşamasını "her göz görecektir." Aslında bu geliş, iki aşamada gerçekleşen tek bir geliştir. Kutsal Kitap yazıldığı zamanlarda herhangi bir kral, bir ülkeyi ziyarete geldiğinde, ilk önce bu ülkenin temsilcileri, kral henüz ülkeye girmeden dışarı çıkar, dışarda kralı karşılar ve daha sonra da kral ile birlikte törenle ülkeye girerlerdi. Mesih'in ikinci gelişi de işte buna benzer olacaktır (Mat. 25:6). O, ilk önce daha yeryüzüne inmeden, havada kilisesiyle karşılaşacak veya toplanacak, daha sonra da bunu kiliseyle yeryüzüne görünür gelişi takip edecektir (1.Sel. 4:17, 2.Sel. 2:1). Bu iki aşamalı tek geliş görüşü aynı zamanda Kutsal Kitap' ın İsa Mesih'in ikinci gelişi hakkında yapmış olduğu ve ilk bakılışta çelişki gibi görünen birçok ayetlerini de daha iyi bir şekilde anlamamıza yardım etmektedir.Örneğin bir yerde İsa Mesih'in ikinci gelişine birçok işaretler sıralanırken (Mat.24-25), başka yerde hiçbir işaretten söz edilmeksizin, bu gelişin aniden, birdenbire ve umulmadık bir anda olacağı vurgulanır (Yu. 14:3, 1Sel. 4:13 vs..).Yine bir yerde Mesih'in kendisini bekleyenler için geleceği vurgulanırken, başka bir yerde bundan söz edilmeksizin Mesih'in imanlıların eşliğinde, imansızları yargılamak için geleceği bildirilir (Yu. 14:3, İbr. 9:28, Fil. 3:20-21. Esin. 19:11-21).Görünürde çelişki gibi görünen bu ayetler, ancak sözkonusu bu iki aşamalı geliş görüşüyle açıklanabilir. Mesih ilk olarak özel işaretler olmaksızın kilisesini yanına almak için göze görünmez (yeryüzüne dek inmediğinden) bir tarzda aniden gelecek, daha sonra da bunu bin yıllık egemenliğin başında yanına almış olduğu kiliseyle, yeryüzüne görünür bir şekilde gelişi izleyecektir. Bu görünür gelişin işaretlerini Matta 24'üncü bapta görmekteyiz. Akılda bulundurmamız gereken diğer önemli bir nokta da şudur ki, Mesih'in ikinci kez görkemle yeryüzüne geliş olayı Kutsal Kitap'ın çok önemli temel bir gerçeği olduğundan Şeytan var gücüyle bu inancı çeşitli tez ve teorilerle çürütmeye, yok etmeye çalışmaktadır."İsa çoktan 1868'de veya 1914'te ruhta gelmiştir!","Pentikost gününde Kutsal Ruh'un gelmesi aslında Mesih'in ikinci gelişidir!","İnsan tövbe edip Mesih'i yüreğine aldığında bu dönüş gerçekleşmiş olur!" veya"Bir kimse öldüğünde bu olay gerçekleşmiştir!" gibi.. fikirlerin gerisinde aslında bizzat Şeytan'ın kendisi bulunmaktadır! Dikkat edelim ve asla bu teorilerle kandırılıp Şeytan'ın oyununa gelmeyelim. İsa Mesih henüz gelmemiştir. Bu harfiyen gerçekleşmesi gereken geleceğe ait bir olaydır.

İSA MESİH'İN İKİNCİ GELİŞİ NE ZAMAN OLACAKTIR ?

Bu soru herbirimizin merak ettiği bir sorudur. Ama Tanrı özel nedenlerden dolayı Mesih'in bu ikinci gelişinin gün ve saatini insanlara açıklamayı uygun bulmamıştır. Mesih İsa açık bir şekilde bunu bilmek isteyen meraklı öğrencilerine bu gelişin "gün ve saatinin" hiçkimse tarafından bilinemeyeceğini belirtmiştir (Mat. 24:3.36, Elçi. 1:7). Geçmişte ve zamanımızda Advantistler, Yehova Şahitleri, Saf Gerçekçiler, Yeni Apostolikler gibi bir sürü dinsel tarikatlar İsa Mesih'in bu bildirilerini öneme almayıp, Mesih'in gelişi ve dünyanın sonu için birçok tarihler ileri sürmüşlerdir. Ama bunlardan hiçbiri de gerçekleşmemiştir. Bunlar açık bir şekilde gösterir ki bizler bu gelişin gün ve saatini asla bilemez ve hesaplayamayız. Bu bizlere kapalıdır. Mesih'in bildirdiği gibi bizlerin vazifesi sene, gün ve saati öğrenmeye çalışmak değil fakat daima bu olaya hazır olup, uyanık kalmaktır (Mat. 24:42).Her ne kadar Rab İsa Mesih Matta 24'üncü bapta sözkonusu bu ikinci geliş hakkında herhangi bir gün veya tarih vermediyse de, bu gelişin çok yakın olduğunu gösteren birçok işaretlerin var olduğunu bildirmiş ve bunları bir bir sıralamıştır. Her ne kadar Matta 24'üncü bap ilk olarak Yahudiler'e yönelik olup, kilisenin göğe kaldırılmasından sonra olacak büyük sıkıntı dönemiyle ilgili olsa da (Esin. 6), inanıyoruz ki, bu aynı zamanda kilisenin birinci yüzyıldaki kuruluşundan, Mesih'in yeryüzüne gelişine dek olan dönemleri de kapsamaktadır.Burada son günlerin bir işareti olarak verilmiş olan saptırıcıların belirmesi, savaşlar , zelzele ve vebaların çoğalışı ve kıtlıklar zamanımızda çok özel bir şekilde açıkça yerine gelmektedir. Bunlar açık bir şekilde bizlerin, Mesih'in gelişinin ve çağımızın sonunun tam eşiğinde bulunduğumuzu göstermektedir.


YAKINDA GERÇEKLEŞMESİ GEREKEN OLAYLAR NELERDİR ?


Çok yakında, yaşamaktaolan tüm gerçek Mesih İnanlıları veya kilise, ölüm görmeden değiştirilip Mesih ile buluşmak için göğe kaldırılacaktır. Bu Mesih İnanlılarının beklediği ve gerçekleşmesi gereken ilk olaydır. Bu sözünü ettiğimiz Mesih’in ikinci gelişinin ilk aşamasında ani bir şekilde gerçekleşecektir. Bu göğe kaldırılma olayı önceleri bir sır veya bir giz olup, Rab bunu yalnızca Elçi Pavlus'a açıklamıştır. Bizzat Elçi Pavlus bunu şöyle dile getirmektedir: "İşte size bir sır söylüyorum. Hepimiz ölmeyeceğiz; son borazan çalınınca hepimiz bir anda, bir göz kırp-masında değiştirileceğiz. Evet, borazan çalınacak, ölüler çürümez olarak dirilecek ve biz de değiştirileceğiz." (1Kor.15:51-52). "Rab'bin sözüne dayanarak size şunu bildiriyoruz: biz yaşamakta olanlar, Rab'bin gelişine dek diri kalacak olanlar, gözlerini yaşama kapamış olanların önüne asla geçmeyeceğiz. Rabbin kendisi, bir emir bağırtısıyla, baş meleğin sesiyle ve Tanrı'nın borazanıyla gökten inecek. Önce Mesih'e ait ölüler dirilecek. Ondan sonra biz yaşamakta olanlar, diri kalmış olanlar, onlarla birlikte Rab'bi havada karşılamak üzere bulutlar içinde alınıp götürüleceğiz." (1Sel.1:15-17). Bu ayetlerden de anlayabileceğimiz gibi bu ilk aşama anında Mesih yeryüzüne dek gelmeyecek, imanlılar topluluğu'nu havada karşılamak için alınıp götürülecektir. Yeryüzüne dek olmadığından dünyanın göremeyeceği bu gizli geliş anında yine görünmez olarak gerçekleşecek olan ilk olay, Mesih'te çoktan ölmüş bulunan inanlıların bir anda dirilmesi ve yaşamakta olup, diriliş vücuduna bürünecek olan diğer inanlılarla birleşerek Rab'bi havada karşılamak için alınıp götürülmesi olayıdır (Mat. 25:6).Bu diriliş olgusu da yine, Mesih'in gelişiyle açacağı bin yıllık krallığının başlangıcında sonuçlanacak olan imanlıların "birinci dirilişi"nin ilk aşamasını teşkil eder (Esin. 20: 46, 1Kor. 15: 23). Belki bunları okurken yerinde olarak "Neden dolayı kilise veya Mesih İnanlıları göğe kaldırılmalıdır? diye kendi kendine sormuş olabilirsin. Bu soruyu kısa olarak şu şekilde yanıtlayabiliriz: İsa Mesih kendi bedeni ve nişanlısı olan kilisesini,gelecek olan büyük sıkıntıdan muaf tutmak için göğe,yanına alacaktır. Kutsal Kitap'ta birçok kez örneklerini gördüğümüz gibi, Tanrı, günahlı insanlığın üzerine öfkesini dökmeden önce kendisine sadık olan hizmetçilerini daima güvenlik altına almaktadır. Örneğin Tanrı yeryüzünü su tufanıyla vurmadan önce, Nuh ve ailesine "gemiye gir"melerini emretmiş ve "kapı kapandı"ğında da hem yerden hem de gökten sel andırışında sular boşalmıştır (Tek. 6-7). Buna benzer diğer bir olayda, korkunç günahların işlendiği Sodom ve Gomora şehirlerinin harap edilmesidir. Tanrı ilk önce Hz. Lut'u güvenliğe almış ve bundan hemen sonra bu şehirde oturanlar üzerine "gökten ateş ve kükürt yağdırmıştır." (Tek. 19:12-25). Zamanımızda da görüldüğü gibi bir ülke diğer bir ülkeye savaş ilanı yapmadan önce, bütün temsilciliklerini o ülkeden çeker. Bunun gibi Tanrı da günahlı insanlığa yönelik öfkesini yeryüzüne boşaltmadan önce kendi temsilcilerini yani kiliseyi kendine çekecektir. Mantıksal olarak kilisenin sözkonusu bu gelecek büyük sıkıntıda hazır olması uygun değildir. Çünkü sözkonusu bu büyük sıkıntının hedefi, Rabbin bedeni olan imanlılar topluluğu değil, günahlı milletler ve İsrail halkıdır. Pavlus'un da bildirdiği gibi: "Tanrı bizi (kiliseyi) gazaba uğrayalım diye değil, Rabbimiz İsa Mesih aracılığıyla kurtuluşa kavuşalım diye belirledi." (1Sel. 5:9). Yine Rab İsa bizleri "gelecek gazaptan kurtar"mıştır (1Sel. 1:10; Lu. 21:34-36, Esin.3:10). İsa Mesih, kilisesini havada ödüllendirmek ve yargılamak için yanına alacaktır. Elçi Petrus,"Hükmün, Tanrı'nın evinden başlayacağını" bildirir (1Pet. 4:17). Başka bir yerde de Pavlus,"Bedende yaşarken gerek iyi gerek kötü, yaptıklarımızın karşılığını almak için herbirimizin Mesih'in yargı kürsüsü önünde görünmesi gerektir."der (2Kor. 5:10) İşte İnanlıların Mesih'in yargı kürsüsü önünde durması Rabbi karşılamak için alınmış oldukları zaman 'havada' gerçekleşecektir. Yeryüzünde büyük sıkıntı olurken, İnanlılar da havada yeryüzünde yapmış oldukları işler veya hizmetler için hesap vereceklerdir. Şüphesiz bu yargılanma Esinleme 20:11-15'te gördüğümüz günahlıların yargılanmasıyla hiç bir bağı veya benzerliği yoktur. Bu daha fazla mükafatların dağılımı yönünde olan bir yargılama olup, bu yargıya iştirak edenlerin hepsi de sonuçta kurtulacaktır, ama bazıları mükafatlardan mahrum bir şekilde ve "ateşten geçer gibi..." (1Kor. 3:10-15).Bu göğe kaldırılma olayının hangi tarihte gerçekleşeceğine gelince, yine belirtmeliyiz ki Kutsal Kitap bunun için de hiçbir tarih öngörmez.Bu olay belirttiğimiz gibi her an, umulmadık bir anda gerçekleşebilir.İsa Mesih bunun için özel hiçbir işaret vermemiştir.Bilinen bir şey var, o da bu olayın, inayet çağının sonunda, diğer uluslardan gelmesi gereken kilisenin sayısının tamamlandığı zaman gerçekleşeceğidir.Pavlus'un bildirdiği gibi: "Kardeşler... şu sırdan habersiz kalmanızı istemem: diğer uluslardan kurtulacakların sayısı tamamlanıncaya dek, İsraillilerden bir bölümünün yürekleri nasırlaştı..." (Rom.11:25). Sözünü ettiğimiz, Pentikost gününden itibaren başlamış olan tüm milletlerden ileri gelen kilise dönemi, Tanrı'nın hazırlamış olduğu kurtarma planı içinde aslında parantez bir dönemi teşkil eder. Şu anda içinde yaşamakta olduğumuz bu kilise dönemi Eski Antlaşma peygamberlerine kapalı kalıp, Yeni Antlaşma İnanlılarına açıklanan bir sırdır (Ef. 3:1-13). Kilise, hiçbir zaman tam anlamıyla Tanrı'nın halkı olup, geçici olarak reddedilen İsrail kavmıyla karıştırılamaz ve karıştırılmamalıdır da. Bu iki kitle de çağrılış, fonksiyon ve umut açısından birbirinden farklıdır.Her şeyi programlı yapan Tanrı, sayısı tamamlanan kilisenin göğe kaldırılmasıyla bu kilise devrini veya parantezini kapatacak ve böylece öfkesinin yeryüzüne döküleceği sıkıntı çağını açacaktır. Evet, yakında olması gereken ilk olay tüm dünyadaki gerçek Mesih İnanlılarının göğe kaldırılması olayıdır.Düşünün bir kere, bir gün Mesih İnanlılarının tümü birden bire ortadan kaybolacak, yeryüzünden göğe alınacaktır! Belki kahvaltıdayken, belki sokakta diğerleriyle yürürken, belki iş yerinde bulunurken, belki de yatmaktayken İsa Mesih birden bire gizlice gelip inanlıları kendi yanına alacaktır!Ne görkemli bir olay değil mi? İnanlılar sonunda bu denli özledikleri Rab'leriyle birlikte olacaklar. Ama İsa Mesih'in de bildirdiği gibi bu görkemli göğe kaldırılma olayına ne yazık ki herkes iştirak edemeyecektir.Yalnızca tövbe edip yaşamını İsa Mesih'e adayanlar, uyanık olup, sadık bir şekilde O'na hizmet edenler buna iştirak edeceklerdir. Diğer tövbesizler büyük sıkıntıya maruz kalacaklardır.Sen, bu satırları okuyan sayın arkadaşım, acaba senin durumun ne olacak?Bu olay gerçekleştiğinde alınacak mısın, yoksa bırakılacak mısın?Mesih'in hazırladığı bereketlere mi sahip olacaksın, yoksa ürkütücü büyük sıkıntı içinde mi kalacaksın?