I. BÖLÜM
HIRİSTİYANLIKTA ORUÇ
Hıristiyanlıkta oruç genelde yılın belirli ayı için konmuş bir ibadet biçimi değildir. Kiliselerin ibadet takvimlerinde cemaati teşvik ve bir hatırlatma olarak oruç dönemleri yer almasına karşın imanlılar diledikleri zaman oruç tutabilirler.
Orucu; kişinin kendini alçaltarak ruhsal olanı aramak için yiyecek ve içecek şeylerden belirli bir süre uzak durması olarak tanımlamamız mümkündür. Oruçta esas olan; kişinin gurunun kırılması, günahlılığının farkında olarak pişmanlık duyup tövbe etmesidir.
Kişi oruç dönemi boyunca bütün aklı, bütün gücü ve bütün kalbiyle Tanrı’yı aramaya yönelir. Genelde Kutsal Kitap’ta oruç bahsinin geçtiği yerlerde dua, yakarış ve Tanrı’yı aramaktan bahsedilir.
Kutsal Kitap oruçtan bahsettiği zaman duaya her zamankinden daha fazla vakit ayırmamızı bekler. Oruç; yalnızca aç kalarak yine günlük işlerimizi aynen yapmaya devam ederek geçirdiğimiz dini bir zorunluluk ya da yük değildir.
Kutsal Kitabın İşaya 58. bölümü Tanrı’nın oruç için olan isteği hakkında bize yeterli bilgi verir:
1 Yüksek sesle çağır, esirgeme, sesini boru gibi yükselt, ve kavmıma günahlarını, ve Yakup evine suçlarını bildir. 2Halbuki her gün beni arıyorlar, ve yollarımı bilmekten hoşlanıyorlar; adalet etmiş ve Allah’ın hükümlerini bırakmamış bir millet gibi benden doğru hükümler soruyorlar; Allah’a yaklaşmaktan hoşlanıyorlar. 3Niçin oruç tuttuk da görmiyorsun? Canımızı alçalttık da bilmiyorsun? diyorlar. İşte siz orucunuz gününde işinizin peşindesiniz, ve bütün işçilerinizi sıkıştırırsınız.
4İşte siz kavga ve çekişme için, ve kötülük yumruğu ile vurmak için oruç tutuyorsunuz; bugün öyle oruç tutmuyorsunuz ki, yüksek yerde sesinizi işittiresiniz. 5Benim seçtiğim oruç, insanın canını alçaltacağı gün, böyle mi olur? Saz gibi başını iğmek, ve altına çul ve kül sermek mi? buna mı oruç, ve Rabbe makbul gün, diyorsun? 6Kötülük zincirlerini açmak, boyunduruk bağlarını çözmek, ve ezilmiş olanları hür olarak koyvermek, ve her boyunduruğu kırmak, benim seçtiğim oruç bu değil mi? 7Kendi ekmeğini aç olanla paylaşmak, ve yurtsuz düşkünleri kendi evine getirmek, ve çıplağı görünce üstünü örtmek, ve kendi etinden olandan kaçınmamak değil mi?
8O zaman ışığın tan gibi doğar, ve yaran çabuk et sürer, ve senin önünden kendi salahın yürür; Rab’bin izzeti dümdarın olur. 9 O zaman imdada çağıracaksın, ve Rab cevap verecek; feryat edeceksin, ve: işte buradayım, diyecek.
Eğer boyunduruğu, parmak uzatmağı, ve fesat söylemeği ortanızdan kaldırırsan; 10ve canının çektiği şeyi aç olana verirsen, ve alçaltılmış canı doyurursan; o zaman karanlık içinde ışığın doğacak, ve koyu karanlığın öğle vakti gibi olacak; 11ve daima Rab sana yol gösterecek, ve kurak yerlerde senin canını doyuracak, ve kemiklerini kuvvetlendirecek; ve sulanmış bir bahçe gibi, ve suları yalancı olmayan bir kaynak gibi olacaksın 12Ve senden çıkacak olanlar eski harebeleri bina edecekler; çok nesillerin temellerini dikeceksin; ve sana: Gedik kapatan, Memlekette oturulsun diye yolları eski haline koyan, denilecek.
13Mukaddes günümde dilediğini yaparak Sebt gününü ayak altına almazsan; ve Sebt gününe ferah gün, Rabbin mukaddes gününe izzetli gün dersen; ve kendi yollarında yürümeyerek, kendi zevkini bulmayarak, ve kendi sözlerini söylemiyerek o güne izzet verirsen; 14 o zaman zevkini Rabde bulursun; ve seni dünyanın yüksek yerleri üzerine bindiririm; ve atan Yakubun mirasını sana yediririm; çünkü Rabbin ağzı söyledi.
Birinci ayete baktığımız zaman Tanrı, kendi halkının günah ve suçlarını bilmesini istiyor. Dindar bir şekilde Kutsal Yasanın gereklerini yerine getiren, oruç tutan ama yürekte hiçbir değişim yaşamayan, kendi günahlarının farkında olamayan, kendinde değişmesi gerekenleri fark etmeyen bir halk Tanrı’yı hoşnut edemiyordu.
Demek ki orucun tanımını yaparken kendi günah ve hatalarının farkında olmak diyebiliriz. Halkın ruhen yüreklerinde isyan ve itaatsizlik vardı. Orucu bir askeri kural gibi yerine getiriyorlardı. Böylece yürekten kaynaklanan kötü düşünceler onları oruca rağmen kirli tutmaktaydı. Aç kalmak dışında dünyasal alışkanlıklarının ve tutkularının onları yönlendirdiği her şeyi yapıyorlardı. 2-3 ayetlerine baktığımız zaman sözde tuttukları bu oruç ile kendilerini doğru görmeye başlıyor, Tanrı’ya bu neden böyle oldu, neden benim başıma şu iş geldi gibi sorularla adeta hesap sormaktaydılar. Bu gurur ile ‘Niçin oruç tuttuk da görmüyorsun? Canımızı alçalttık da bilmiyorsun?’ diyecek kadar Tanrı’ya karşı küstah bir tavır takınmışlardı[1].
Sanki Tanrı onların oruç tutmasına muhtaçmış gibi Tanrı’dan bir karşılık vermesini bekliyorlardı. Kendileri yaptıkları bu işin karşılığında Tanrı’nın onlara bir şeyler verme zorunluluğu varmışçasına Tanrı’dan hesap soruyorlardı. Oysa Tanrı bizlerin oruç tutmasına ihtiyaç duymuyor. Oruç bizim içindir, orucu Tanrı için değil öncelikle kendimiz için tutuyoruz. Çünkü değişmesi gereken bizizdir, Tanrı değil. Değişmesi gereken bizim hayatımızdır, değişmesi gereken bizim yüreğimizdir. Bizler oruç tutunca Tanrı bir şeyler kazanmış olmuyor ki, tutmadığımız zamanlarda Tanrı bir şeyler kaybetmiş olsun. Demek ki, oruçta diğer bir esas ise; gururumuzu farketmek ve bunun kırılmasına çalışmaktır. Ayetimiz ‘orucunuz gününde işinizin peşindesiniz, ve bütün işçilerinizi sıkıştırırsınız’ demektedir. Oruç tutarken kavga eden, çekişen, ve işçilerini sıkıştıran, kötülük ve hile yollarından ayrılmayan insanlar kendi suçlarını göremiyorlardı.
Görüyoruz ki, oruç ile farkına varmamız gereken diğer bir nokta ise; ailemizin, kültürümün, alışkanlıklarımızın ve yetişme tarzımızın bizi yönlerdirdiği yanlış insani ilişkilerin farkına varmamız, tövbe ve pişmanlıkla değişmeğe çalışmamızdır.
Demek ki, oruçta Tanrı ile düzeyli bir ilişki hedeflenirken, dünyaya karşı da insani yaklaşımlarımızın olumlu bir yönde değişmesi söz konusu olmalıdır. Kutsal Yazı 4. ayette oruç hakkında ‘kavga ve çekişme için, ve kötülük yumruğu ile vurmak için oruç tutuyorsunuz’ derken, 9b ayetinde ‘parmak uzatmağı, ve fesat söylemeği ortanızdan kaldırırsan’ ifadeleri ile oruç tuttuğumuz için tutmayanları suçlamak, ve ‘işte şu oruç tutmayanlar var ya’ diye ayrım yapmamızı yasaklar. Halbuki hemen her sene oruç tutanlar ile tutmayanlar arasında bir kavga ve çekişme olmaktadır. Doğrusu bu tatsız olayların sebebi oruç tutan insan ise vay o kişinin haline. Tanrımız bizlere oruçlu olmayanlara karşı bir tavır sergileme hakkı vermemektedir. Oruçta hedeflenen şey yalnızca kavga ve çekişmelerden uzaklaşmak değildir. Ayrıca ailemizde, arkadaş ve akraba çevremizde dargın olduğumuz kimselerle, bize dargın olan kimselerle barış yapma yolunda samimi girişimlerde bulunmamız gerekmektedir. Dargın olan kimselerin barışmasına arabuluculuk yapmak için kolları sıvamak orucumuzun bir parçası olmalıdır. 5. ayette Tanrı, hem oruç tutuğumuzu herkese ilan eden davranışların sergilenmesine, hem de sahte alçakgönüllülük gösterilerine orucu alet etmemize karşıdır. Diğer yandan oruç gününü canın alçaltıldığı gün olarak niteler. Kişi gururdan tövbe edip, bir günahkar olduğunu kabul etmeli, alçakgönüllülüğü öğrenmeye ve yaşamaya çalışmalıdır[2].
6. ayette emriniz altında çalışan kişilere karşı olan tutum ve davranışlarınıza dikkat çekilmektedir. Yetkimiz altında çalışan işçilere ya da yönetimimiz altındaki memur ve müdürlere karşı olan davranışlarımız acaba Tanrı’yı hoşnut ediyor mu? Aynı zamanda sizin yetkiniz altında olan ev halkı ve evde çalışan insanlarla olan diyaloğunuz nasıl? Komşularınızla olan ilişkiniz ne durumda? Tanrı oruç zamanında bunları da gözden geçirmenizi istemektedir. Eğer bir kişi emri altında çalışan kişinin haklarına saygı duymuyorsa, onların maaşlarını düşük ödüyorsa, sigortasını ödemiyorsa, düşük ücret için küçük yaşta çocukları çalıştırıyorsa, fakirlere, ihtiyaç içinde olan kimselere karşı merhamet etmiyorsa, Tanrı bu kişinin tuttuğu oruçla da ilgilenmiyor.
Yine komşumuzun hakkı bize geçmişse ve yaptığımız bu yanlışlıkları düzeltme yolunda yüreğimizde bir pişmanlık oluşmamışsa, yetkimiz altındaki insanların bize geçen hakları konusunda Kutsal Kitaba uygun ahlaki bir tavır sergileme prensibi geliştirmek için bir adım atmamışsak, Tanrı tuttuğumuz bu oruçtan memnun değildir.
Komşumuzun, işçilerimizin, emrimiz ya da yetkimiz altında çalışan kişilerin, ailemizde ve akrabalarımızdaki kişilerin şahsına karşı takınmış olduğumuz kaba davranışlardan dönmemişsek; orucumuzdan beklenilen gerekli maneviyatı alamamışız demektir.
Onlara karşı olan kötü söz ve davranışlardan vazgeçmek (Kötülük zincirlerini açmak, boyunduruk bağlarını çözmek)[3], sözle ya da zorlayarak yaptırdığımız işlerle sanki bize karşı mecburlarmış gibi insanlardan daha fazla şeyler isteyerek esir gibi gördüğümüz insanlardan özür dileyip onların gönlünü almak, onlara da kendimize yapılmasını istediğimiz şekilde davranarak (ezilmiş olanları hür olarak koyvermek, ve her boyunduruğu kırmak )[4] hayatımızı değiştirmeye karar vermemiz orucun kendisidir.
Ayrıca içinde bulunduğumuz ruhsal savaşta bütün bunları başarabilmek ve galip gelebilmek için oruç bize destek olacaktır. Şeytanın oyunlarına düşmemek ve tuzaklarını kırmak için duamızın yanında oruç bize büyük bir destek olacaktır. Tanrı halkı kendini alçaltıp oruç ve dua ile Tanrı’nın önünde yürümeye çalıştığı zaman her boyunduruğu kıracak ve her bağı çözecektir. Ölüm diyarının kapıları bile Tanrı halkının sahip olduğu yetkiye direnmeyecektir. Tanrı halkı Kurtarıcı Tanrısını hoşnut eden dua ve oruçla yeryüzünde bağladığı her lanet ve kötülük göklerde bağlanmış olacak, yeryüzünde çözdüğü her bereket göklerde de çözülecektir[5].
7 Ayette Tanrı’nın bizden acıyan bir yürek ile kendi yiyeceğini, giyeceğini başkaları ile paylaşan biri olmamızı istediğini görüyoruz. Yani Tanrı, tıkabasa karnımızı doyurduktan sonra tekrar yiyeceğimiz zamana kadar yiyeceklerimizi saklayıp bir süre için aç kalmamızla hoşnut olmuyor. Tanrı elindeki yiyeceği aç olanla paylaştığı için aç kalan bir insan görmek istiyor. Yani oruç bir açlık ve susuzluk döneminden çok, bir paylaşma ve insanlarla kucaklaşma dönemi olmaktadır. Diğer yandan insanlara yardım yaparken ırk veya din ayrımı yapmamalıyız. Yani oruç: ezilmiş, toplum dışına itilmiş insanları hor görmemek, farklı millet ve ırkları sevebilmeyi öğrenme gayretidir.
Bizim ruhsal gıdamız olan İncil’i başkalarıyla paylaşıyor muyuz? İncil yanlızca Hıristiyanlar için değil, bu dünya içindir. İman edenler için özel bir vahiydir. İman etmeyenler için genel vahyin yanında Tanrı’yı ve ahlaki standartları öğreten, günah ve cezayı, Tanrı korkusu ve yargıyı öğreten bir kitaptır. Bu ruhsal yiyeceği hep kendimize mi saklıyoruz yoksa paylaşıyor muyuz? Kendi ailemiz, ve kendi kilisemiz dışında bulunan insanların da İncil’e ihtiyaçları olduğunu görebiliyor muyuz? Gerek ruhsal gıda gerek se fiziksel gıda olsun bunları paylaşmak sevgi ve merhamet gerektiren şeylerdir.
Henüz İsa Mesih’in yüreğini tam olarak anlayamamışsak bunları yaşamamız oldukça zordur[6]. Luka 10:25-37 ayetlerinde sonsuz yaşamı alacak kişinin nitelikleri anlatılırken iyi komşuluk ilişkilerine dikkat çekilir. Buradaki iyi komşu yaralı insanı görünce yüreği sızlayan (33.ayet) ve acıyıp merhamet eden (37.ayet) olarak tanımlanır.
Neticede iyi komşu ekmeğini, İncilini, imkanlarını tanımadığı kimseler için bile paylaşan kişidir. Bunu yaparken motivasyonu hümanizm değildir, iyi işler yapma görevi değildir. Fakat ‘çok acıyan ve lütfeden, geç öfkelenen ve inayeti ve hakikati çok olan’ Tanrı’nın yüreğidir.
Diğer yandan ‘Kendi etinden olandan kaçınmamak’ sözleri başta kendi anne ve babamıza karşı sorumluluklarını ihmal edenlerimizi ihtar etmektedir. Onların yaşlılıklarını iyi geçirmelerine yardımcı oluyor muyuz? Onların yaşlılığından kaynaklanan sözlerini, davranışlarını ve isteklerini saygı ve anlayışla karşılıyor muyuz? Ailemizdeki yaşlılar bizim varlığımız için şikayette mi yoksa şükür mü ediyor? Kendi eşimize ve çocuklarımıza olan davranışlarımız başkalarına açıklanmış olsaydı acaba bizi utandırırmıydı? Onlara yeterli vakit ayırıyor muyuz? Yoksa bizde çağımızın meşgül olma hastalığının esiri miyiz? Plan, program ve randevularımızla olan meşguliyetimiz ailemizle vakit geçirmemize bir engel teşkil eder halde mi?
İşimiz ve diğer meşguliyetimiz bizim için bir din haline gelmemeli. Bu yanlızca dış dünya için değil kilise için de bir problemdir. Kişiler sürekli plan ve projelerle uğraşmaktan, sürekli ‘Tanrı için bir şeyler yapıyor olmaktan’ o kadar çok meşguldür ki Tanrı ile vakit geçirmeye, O’nu dinlemeye çalışmaya, dua etmeye bile vakit yoktur. Bu durumda oruç: Tanrı için bir şeyler yapmaktan önce ‘Tanrı ile birlikte bir şeyler yapma’ girişimimizin ilk adımıdır.
İnsanlar arasında ayrım yapmamak, insanlığı sevgiyle kucaklamaya çalışmak Tanrı’nın beğenisini kazanmış bir oruçtur[7].
8. ayette ‘O zaman ışığın tan gibi doğar, ve yaran çabuk et sürer, ve senin önünden kendi salahın yürür; Rabbin izzeti dümdarın olur’ sözleri Tanrı’nın isteğine uygun tutulan orucun bir başka bereketine dikkatimizi çeker. İsa Mesih dağda görünümü değişip nasıl yüceliğini gösterdiyse[8], Tanrı da kilisesinin dünyada öyle parlamasını istemektedir.
Tanrı’nın isteğine göre tuttuğumuz oruç ile hatalarımız, eksikliklerimiz, zayıf yönlerimiz günahın açtığı bir yara olarak çabuk et sürecek, iyileşecektir. İnsanların önünde yaptığımız iyi işler ve imanlı yaşayışımız Tanrı’nın bizde nasıl çalıştığını gösteren bir işaret olacaktır. 9a ayetinde yazıldığı üzere, işte o zaman Kurtarıcı Tanrımızın merhametli eli yardım için bize uzanacak ve yolumumuzu açacaktır. Her durumda iyilik için etkin olan Kutsal merhamet Tanrı’sının kendisini imdada çağıran halkına cevap vermek ve yardım etmek için olan istekliliği burada dikkatimizi çekmektedir.
‘Canının çektiği şeyi aç olana verirsen’ diye yazan 10a ayeti ile karşımızdaki kişiyi kendimiz gibi görerek yardımda bulunmamız ve sevgi göstermemiz istenmektedir. Yardımda bulunurken karşımızdaki kişiyi tanımıyor olsak bile o kişiye soframızdan arta kalmış olanı değil, ya da sevmediğimiz bir yiyecegi değil, en çok sevdiğimiz şeyi ve canımızın o gün en çok çektiği yiyeceği verebilen bir yürek oluşması esastır aynı zamanda.
Bu durumda oruç; öncelikle ruhsal anlamda yenilenmeye olan ihtiyacımızı Rabbin önüne getirerek yiyecek, içecek ve dünyasal işlerden bir süre için kendimizi alıkoymak demek olmaktadır. İşte bundan sonra Tanrı’nın isteğine göre tutulan bu orucun bereketlerini görmekteyiz:
10b ayetine baktığımız zaman Tanrı’nın isteğine uygun tutulan oruç ile hayatımızda Rab’bin ışığı olacak, Tanrısal aydınlanışı daha iyi bir şekilde göreceğiz ve sıkıntı zamanlarında Tanrı’nın kutsayan eli üzerimizde olacaktır.
Rab hayatımızın karanlık ve zor dönemlerinde bizi feraha çıkaracaktır. 11 ayette Rab’bin, hayatın her alanında bize rehberlik edececeği hatırlatılır (daima Rab sana yol gösterecek[9], yaşamdan zevk alacaksın ve ihtiyacın olan yerde Rab senin yanında olacak (ve kurak yerlerde senin canını doyuracak), canına sağlık verecek (kemiklerini kuvvetlendirecek), hayatında Kutsal Ruh’un meyveleri olacak, ürün veren semereli bir yaşamın olacak (sulanmış bir bahçe gibi- kurak bir bahçe gibi değil-), Hayatının günleri boyunca tatmimkar bir yaşam süreceksin. Senin tanıklığını, ev ve iş hayatını, düşünceni Rab o sonsuz sevgisiyle bereketleyecek (ve suları yalancı olmayan bir kaynak gibi olacaksın). Tıpkı iman atamız İbrahime yaptığı gibi (12. ayet), Tanrı yalnızca seni değil, senin zürriyetini de bereketleyecek (Ve senden çıkacak olanlar eski harebeleri bina edecekler; çok nesillerin temellerini dikeceksin; ve sana: Gedik kapatan, Memlekette oturulsun diye yolları eski haline koyan, denilecek.).
Kutsal Yazı Rab’be ayırılmış günleri (yanlızca oruç zamanı değil) gerçekten Rab’be ayırmamızı ve o günde Allahımızın yüzünü aramamızı istemektedir (13. ayet), (Mukaddes günümde dilediğini yaparak Sebt gününü ayak altına almazsan; ve Sebt gününe ferah gün, Rabbin mukaddes gününe izzetli gün dersen). Rab’be ayrılmış olan günlerde dünyasal işlerden zamanında vakit ayırıp, kendi işlerimizden dinlenip, emrimizde çalışanların da dinlemesini sağlamalıyız.
Rab’be ait günlerde Rab’bin sözü için vakit ayırıp, O’na izzet ve görkem sunarak geçirmemiz gerekmektedir. Rab’be ait günleri gezip eğlenmek için değil ama (ve kendi yollarında yürümiyerek, kendi zevkini bulmayarak, ve kendi sözlerini söylemiyerek o güne izzet verirsen) Rab’be ait olanı Rab’be ödemek için yaşamalıyız. Kuşkusuz bütün bunları yapan ve yaşayan kişi Rab’bin esenliğini tadacaktır (14. ayet).
O zaman Davut’un “sözün süzme gümeç balından tatlıdır”[10] dediği zaman yaşadığı o lezzeti tatmak bizlere de nasip olacaktır (o zaman zevkini Rabde bulursun).
Tanrı bize bu ayetlerde ayrıca, kazandığımız bu ruhani zenginliğe ek olarak dünyasal zenginlik te vaat etmektedir (ve seni dünyanın yüksek yerleri üzerine bindiririm; ve atan Yakubun mirasını sana yediririm). Peygamber İşaya burada Rab’bin sözüne hizmet eden biri olarak buradaki emirlerin, yasakların, bereketlerin ve dolayısyla övgünün Rab’be ait olduğunu hatırlatarak ‘çünkü Rabbin ağzı söyledi’ diyerek son sözü söyler.
Yani oruç; günahlarımızı, suçlarımızı farketmek ve gururumuzun kırılması için, alçakgönüllü olmayı öğrenmek ve tövbe etmek için, Tanrı’yla daha derin ve anlamlı bir ilişki kurabilmek için, Tanrı’nın hayatımız için olan planını daha iyi bir şekilde anlamak için, bedensel ve maddesel şeylerden bir süre için uzaklaşarak yaptığımız, Kutsal Kitap okuma, dua ve yakarışla birlikte sürdürdüğümüz, bir ibadet biçimidir.
II.BÖLÜM
MESİH MERKEZLİ ORUÇ
Kendi isteği ile birşeyler yapmayı sevmeyen insanoğlu oruç denince kendisini mecbur edecek bir takım şartlar aramaktadır. Bu yüzden oruç denince hemen sorulan sorulardan bir tanesi; orucun ne zaman tutlacağıdır. Oruç kaç gün tutulacak yada kaç gün tutulmalıdır, nasıl tutulacak, orucu ne bozar ya da neler bozmaz soruları ile insanoğlu hemen kendisine kurallar ve şartlar aramaya meyillidir.
Ancak Kutsal Kitap bize bu konuda bir cevap vermez. Bizlerin bu türden tutum ve anlayışımız oruçta hedeflenen ruhaniyeti engellemekten başka bir işe yaramaz. Zaten İşaya 58. bölümündeki ayetlerin özüne baktığımız zaman oruçtaki hedefin bu sorular olmadığını görüyoruz.
İşaya 58. bölüm üzerinde düşündüğümüz I. Bölüme baktığımızda oruçta hedefin günah ve hatalarımızı farketmek, gurur ve günahımızın farkında olmak ve bunun kırılmasına çalışmak, yanlış insani ilişkilerimizi düzeltmek, insanlık ailersinin tüm fertlerini sevmeye çalışmak olduğunu görmüştürk.
İncil’de, İsa Mesih’in de öğretişinin bu yönde olduğunu görüyoruz. Şimdi İncil’in bu konudaki ayetlerine bakalım.
Luka 18.9-14 ayetler :
“Biri Ferisi,öbürü vergi görevlisi iki kişi dua etmek üzere tapınağa çıkmış. Ferisi ayakta dikilip kendi kendine şöyle dua etmiş: ‘Tanrım, diğer insanlar gibi soyguncu, hak yiyici ve zina edici olmadığım için, hatta şu vergi görevlisi gibi olmadığım için sana şükrederim. Haftada iki gün oruç tutuyor, bütün kazancımın ondalığını veriyorum.’ Vergi görevlisi ise uzakta durmuş, gözlerini göğe doğru kaldırmak bile istemiyor, ancak göğsünü döverek, ‘Tanrım, ben günahkara merhamet et’ diyormuş. “Size şunu söyleyeyim, Ferisiden çok bu adam aklanmış olarak evine dönmüş. Çünkü kendini yücelten herkes alçaltılacak, kendini alçaltan ise yüceltilecektir.”
Buradaki Ferisi yaptığı işlere güvenerek gurura kapılan ve başkalarını küçük görerek kendini yücelten bir kişidir. Ferisi başkalarının günahlarını görmeye odaklanmış olduğundan kendi günahının farkında değildir. Bu kişide bir alçakgönüllülük, tövbe ve pişmanlık görmüyoruz. Vergi görevlisinin merhamet dileyen ruh hali onda gözükmüyor. İşte bu yüzden aklanan kişi pişmanlık duyan günahkar olmuştur.
İsa Mesih’in bizlere anlattığı bu örneğe dikkat ettiğimizde orucumuz Mesih merkezli olacaktır. Yani oruç Tanrı’yı hoşnut eden bir oruç olacaktır. Luka 18. bölümde gördüğümüz Ferisi örneğinin İşaya 58. bölümde oruç tuttuğu halde ‘parmak uzatan’ ve ‘fesat söyleyen’ kişi ile aynı tavır sergileyenler olduğunu görüyoruz. Tutulan bir oruç Mesih Merkezli ise vergi görevlisi örneğinde olduğu gibi Tanrı’nın beğenisini ve onayını kazanır.
Orucumuz yaşadığımız dünyaya İsa Mesih’i ilan etmelidir.
Gündelik hayatta karşılaştığımız her sorunda İsa Mesih’in merhamet yüreğine uygun bir davranışı sergilemek, O’nun sözlerini hayatımızın vazgeçilmez bir parçası haline getirmeye çalışmak orucumuzu Mesih Merkezli bir oruç yapacaktır. Oruç boyunca İsa Mesih’in iradesini hayatımızda görünür kılmak, Kutsal Kitabı yaşamımız ve sözlerimizle yansıtmaya çalışmak gayreti orucumuzu Mesih Merkezli bir oruç yapacaktır.
Kutsal Yazılar İsa Mesih’i işaret ettiği gibi orucumuzda İsa Mesih’i işaret etmelidir. Oruç süresince düzeltmeye çalıştığımız sözleriniz ve davranışlarımızla İsa Mesih’in öğretişleriyle çelişmeyen bir davranış ve söz bütünlüğüne olabildiği orada sahip olmak oruçtan sonraki dönemde hayatımızı daha bir yenilenmiş hale getirecektir.
İsa Mesih’in oruç hakkındaki diğer bir çarpıcı öğretisi ise dağdaki vaazında görülür.
Matta 6.16-18 ayetler:
“Oruç tuttuğunuz zaman, iki yüzlüler gibi surat asmayın. Onlar oruç tuttuklarını belli etmek için kendilerine perişan bir görünüm veririler. Siz oruç tuttuğunuz zaman, başınıza yağ sürüp yüzünüzü yıkayın. Öyle ki, insanlara değil, gizlide olan Babanıza oruçlu görünesiniz. Gizlilik içinde yapılanı gören Babanız sizi ödüllendirecektir.”
İsa Mesih’in verdiği bu örnekte başkalarına oruç tuttuğunu belli eden, bir anlamda elalem ne der korkusu ya da insanların övgüsü için tutulan orucun Tanrısal bir değeri olmadığını görüyoruz.
İsa Mesih’in oruç öğretişi, orucu ne zaman tutacağız, nasıl tutacağız, ne kadar zaman tutacağız? gibi sorulardan uzaktır. İsa Mesih oruçtan bahsederken rakamlarla ve kurallarla ilgilenmiyor, O’nun dikkat ettiği nokta tutulan orucun ruhaniyetidir.
Bu ayette ‘Oruç tuttuğunuz zaman’ ifadesi sık sık sorulan ‘Hıristiyanlıkta oruç var mı?’ sorusuna yeterli bir cevap olmaktadır. İncil’e göre oruç, bir Hıristiyanın Kutsal Kitap okumak, dua etmek, kilise faaliyetlerine katılmak gibi ruhsal solunum faaliyetlerinden biridir.
İncil, yılın şu ayında, şu şartlarda, şu kadar oruç tutun diye bir öğretiş vermez. İncil’in bahsettiği yürekten inanmış kişi zaten oruç tutmaktadır. Orucu yanlızca senenin bazı aylarına bölerek toplumsal bir zorunluluk, bir yarış gibi düşünmek, ya da tutulmadığı zaman bazı cezai yaptırımları öne sürerek uygulatmaya çalışmak İncil’in oruç anlayışında yoktur. Tanrı, bizlerin O’nunla olan ilişkimizde özgür olmamızı ister.
Yukarıdaki ayetlere ek olarak bir diğer ayette ise oruç tutmanın gerekliliği açıkca vurgulanmıştır.
Matta 9:14-15:
Bu arada Yahya’nın öğürencileri gelip İsa’ya, “Biz ve Ferisiler oruç tutuyoruz da, senin öğrencilerin niçin tutmuyor?” diye sordular. İsa şöyle karşılık verdi: “Güvey hala aralarındayhen, davetliler yas tutar mı hiç? Ama güveyin aralarında alınacağı günler gelecek, işte o zaman oruç tutacaklar”
İsa Mesih burada öğrencilerinden bahsederken ‘işte o zaman oruç tutacaklar’ ifadesi ile bir imanlının oruç tutması gerekliliğine yeterince cevap vermiştir. Evet, güvey göğe alınıp yüceltilmiştir. Şimdi O’nun görkem içinde dönüşünü bekleyen kilise oruç tutmalıdır.
Çünkü Eski Ahit döneminde oruç tutan Tanrı halkının karşılaştığı problemler ve sorunlar bugün de bizler için geçerlidir.
Orucu Ne Zaman Tutmalıyız ? :
2.yüzyıldaki ‘Didake’ öğreti kitabında o dönem Mesih İnanlılarına çarşamba ve cuma günü oruç tutmaları öğretilmekteydi. Bu dualı bir oruçtu. Bazen bu oruç cumartesi günü de devam ederdi. İkinci yüzyıldaki kiliselerin Diriliş Bayramından önce (Paskalya) oruç tuttukları bilinmektedir.
4.yüzyılda ‘Quadragesima’ adıyla kırk günlük oruç tutulduğu bilinmektedir. Bazı yerlerde yeni imanlılar bu kırk günlük sürede vaftize hazırlanırlardı. Bazı kiliseler bu süreye bir hafta daha ilave ederek Diriliş Bayrımı (Paskalya) öncesinde 7 hafta oruç tuttular.
J.Calvin Oruç :Hakkındaki Öğretişi:
Calvin; Kutsal Yasa ve Peygamberlerin örneğini izleyen Müjde Elçilerinin günlerinden beri kilisenin tuttuğu oruç ‘yararlı bir displindir’ diye yazmıştır. Ayrıca:
a) ‘Hiç oruç tutmamak batıl inanca bağlı oruç tutmaktan daha iyidir.’ demiştir.
b) Oruç kişisel amaçlı olarak bedenin kötü işlerini Ruh’la öldürmek için etkindir (Rom 8.13)
c) Tanrı halkının dua etmeye ve Tanrı sözü üzerinde derin düşünmeye hazırlanması için hem kişisel hem de topluluk olarak birlikte oruç tutması tavsiye edilir.
d) Kilise çobanları yaşanılan zamanın ihtiyacına göre oruçlu dua için cemaati toplamaya mecburdurlar. Kutsal Kitap bu toplantıların zaman ve şeklini emretmeyip kilisenin muhakemesine bırakmıştır. Oruç sebepleri:
Dini ihtilaf tartışılacağı zaman, önderler seçileceği zaman, önemli kararlar verilmeden önce, salgın, hastalık, kıtlık, savaş v.s. krizler olabilir.
e) Dirirliş Bayramından önce tutulan orucu putlaştırmamak gerekir. Çünkü Musa, İlya ve Mesih’in kırk günlük oruçları Paskalya için örnek gösterilemez.
J.Calvin’in oruç öğretisinin batıl inançlar konusundaki hatırlatmasını gözönüne alaraktan, bu durumda orucu batıl inançları reddetme ve onlardan uzaklaşma gayreti olarak tanımlamamız yada bunları oruçtaki hedeflerden biri olarak görmekemiz esas olacaktır. Tanrı önünde yürüyen bir kişinin hayatında olmaması gereken batıl inançların üzerimizdeki etkisini ve yaptırımını reddetmemiz bunu çevremize böyle tanıtmamız gerekmektedir.
Kişi oruç tutarak sevap kazanamaz. Oruç tutarken orucun amacını hatırımızda tutmalıyız. Oruç yürekten olmalıdır[11]
18. ve 19. Yüzyıl Protestan Kiliseleri uyanış tecrübesi yaşamış oduklarından ruhsal açıdan durgun hissedilen dönemlerde Mesih’in huzurunu özleyerek oruç tutarlardı. Genellikle belli bir hafta sonu seçildikten sonra, cumartesi günü oruçlu dua için toplanırlardı. Kendilerini Kutsal Sözün açıklanmasına ve duaya adayıp Pazar günleri ise oruçsuz olarak ibadet ederlerdi.
Kutsal Kitapta Tanrı halkının takvime göre (7. ayın 10. günü) tuttuğu en belirgin oruç, kefaret orucuydu[12]. Bundan başka 4.ayın 7.günü, 5.ayın 9.günü, 7.ayın 3.günü, 10.ayın 10.günü oruç tutmaktaydılar[13]. Buna karşın Kutsal Kitapta Tanrı halkı üzüntülü ve sıkıntılı oldukları durumlarda (1.Samuel 1:7), ülkenin geleceği içinendişe duyduklarında (2.Samuel 1:12), günahtan dönmek ve tövbe etmek istediklerinde (1.Samuel 7:6), Tanrı’dan ve O’nun öfkesinden korkulduğu zamanlarda (2.Samuel 12:6), günaha düştüklerinde (Ezra 10:6), endişe ve karışıklığın olduğu zamanlarda (Hakimler 20:26), tehdit ve korku olduğu zamanlarda (2.Tarihler 20:3), oruç tutmaktaydılar.
Yani orucu başlatan şey özel bir ay ya da gün değil, o an için yaşanılan özel durumlardı. Orucu başlatan şeyler takvimsel hesaplar değil, Tanrı ile aranan yakın ilişki ve Tanrı’dan yardım ve merhamet beklentisinin olduğu özel durumlardı.
Mesela Kutsal Kitabın Yoel 1.14.ayetinde: ‘Oruç takdis edin, toplantıya çağırın, ihtiyarları ve memlekette oturanların hepsini Allahınız Rabbin evine toplayın ve Rabbe feryat edin’ sözleri ile görüyoruz ki, bunun gibi durumlarda Tanrı’nın halkı yılın herhangi bir gününde oruç başlatmaktaydı. Bu durumda orucu kilise uygun gördüğü her zamanda başlatabilir. Gerek ülkenin içinde bulunduğu durum gerekse kilisenin içinde bulundu zorluk yada ruhsal bir bereket ve ruhsal uyanış, veya kilisenin tarihindeki herhangi önemli bir olay oruç sebebi olabilir. Bunun dışında kiliselerin ibadet takvimlerinde cemaati teşvik ve hatırlatma için oruç ve perhiz günleri belirlenmiştir. Ancak bu takvimlerde belirtilen oruç günleri bir düzen olması için önerilmiştir. Belirlenmiş dönemler dışında kişiler isterse ayrıca oruç tutabilirler.
Cemaatin tek bir beden olarak birlik içinde katıldığı orucun ruhsal bereketlerini yine bütün cemaat olarak birlikte paylaşması güzel bir tecrübe olacaktır. Bunun dışında elbette kişiler ayrıca oruç tutabilir.
İsa Mesih hizmetine başlamadan önce 40 gün süre oruç tutmuştu. Bu orucun sonunda denendiğinde galip gelmişti. İsa Mesih oruç tutarken ruhsal ve bedensel olarak Tanrı ile birlikteydi. Bu süre içinde dünyasal işlerden uzaklaştığı için Tanrısal ve ruhsal olana yoğunlaşabilmişti. Kendisi bu alışkanlığı hayatın her gününe yayabilmeyi iyi biliyordu. Bu yüzden Yuhanna 4.34 ayetinde ‘Benim yemeğim, beni gönderenin isteğini yerine getirmek ve O’nun işini tamamlamaktır’ diyerek orucun meyvalarını hayatın tamamına ve her alanına nasıl taşıdığını gösterir. İsa Mesih’in buradaki ifadesinden orucun; yiyeceğini dolaba kaldırıp aç kalarak değil, Tanrı sözü ve işi ile meşgul olarak yapılan bir ibadet olduğunu görüyoruz. İsa Mesih yaşamın her anına ve alanına taşıdığı orucun bu meyvası gereği, kendi etinden olandan kaçınmamış, bu yüzden vergi görevlilerinin ve günahkarların dostu olmakla suçlanmıştı[14]. Yine Zakay’ın evine gittiği için günahkarlarla dost olamakla suçlanıyordu[15]. Bu örneklerden açıkca anlaşıldığı gibi öncelikle tuttuğumuz orucun meyve vermesi önemlidir. Bu yüzden yılın dilediğimiz ayında oruca başlayabiliriz.
Hangi Konularda Oruç Tutabiliriz ?
Evlilik, iş değiştirmek, göç etmek, kilisede yeni bir göreve başlamak gibi önemli kararlarda, günahlılığımızdan tövbe etmek istediğimizde, sevinçli ya da üzüntülü olaylarda, ruhsal konularda bilgelik ve hikmet kazanmak için, gururumuzun kırılması, Tanrı’yı hayatımızda ve düşüncemizde yüceltmek için, alçakgönüllük ile Tanrı’ya hizmet etmek ve O’nun lütfunu daha iyi anlamak için, ruhsal savaşta galip gelmek ve şeytanın tuzaklarını kırmak için, zayıflıklarımızın kaldırılması ve özdenetim kazanmak için, Tanrı’nın bize yol göstermesi, bizi kuvvetlendirmesi, hayatımızdaki kurak olan alanları yeşertmesi, bize destek olması ve her alanda bizi bereketlemesi için oruç tutabiliriz.
Hayatımızda eksik olan ruhsal meyvaların çoğalması, Rab’den dilediğimiz birşeyin O’nun isteğine uygun olup olmadığını anlamak için oruç tutabiliriz. Tanrı’nın yön vermesini, iyileştiren, kutsayan merhametli elinin dokunmasını istediğiniz her durumda; yani hayatın her alanında karşılaştığımız iyi ya da kötü durumlarda oruç tutabiliriz.
Orucu Nasıl Tutmalıyız ?
Genelde oruç, akşam bir kez yemek yedikten sonra ertesi akşama kadar devam eden süreye denir. Oruç tutan kişiler gün boyunca birşey yemez ve içmezler[16]. Gün batımından sonra yenen yemekle oruç bozulur.
Oruç döneminde et, tavuk hayvansal gıdalar (süt, peynir, yumurta) ve alkol kullanılmaz. Ancak bazı sebeblerden dolayı oruç tutamayanlar perhiz tutatbilir ya da gün boyunca sıvı şeyler (su veya meyva suyu) alarak oruçlarını hafifletebilirler (kısmi oruç ya da hafif oruç). Daniel 10:2-3 ayetlerindeki “O günlerde ben Daniel üç hafta yas tutyordum. Tam üç hafta doluncaya kadar iyi yemek yemedim ve ağzıma et ve şarap girmedi ve hiç yağ sürünmedim” sözlerinden kısmi oruç ya da hafif oruç tuttuğunu görüyoruz. Yani et ve tatlı yiyecekler değil, temel yiyecekler (su, ekmek gibi) alarak kısmi oruç tutmuştur. Oruç günlerindeki perhizde ise et ve tavuk haricindeki süt, yoğurt, peynir, yumurta ve ya bunlarla yapılmış yiyecekler alınabilir. Perhiz günlerinde günde birkaç kez böyle hafif yemekler yenilebilir.
Eski Ahitte bayram ve sebt günlerinde oruç tutulmadığı için, kilise bayramlarda ve Yeni Ahit’in sebt günü olan pazar günleri oruç tutmayı tavsiye etmez[17]. Ancak uzun oruç dönemlerinde cumartesi ve pazar günleri hafta boyu süren orucumuzun hafifletildiği ve gıdalarımıza dikkat ederek bedeni güçlendirdiğimiz günlerdir.
Ayrıca uzun oruç dönemleri bir hafta ya da bir süre müsait olmayanların bu uzun dönem içindeki herhangi bir günde oruca katılmaları için bir kolaylıktır.
Kutsal Kitabın Sebt günü ve bayram anlayışına burada ayrıca dikkat etmeliyiz. Çünkü günümüz insanları ‘bayram’ deyince tatil, deniz, alışveriş ve gezmek gibi şeyler düşünmektedirler. Oysa Kutsal Kitabın bayram ve Sebt günü anlayışında Tanrı halkının dünyasal olan şeyleri, ev ve iş ile ilgili planları, kafasını meşgül eden şeyleri bir kenara bırakması, Kutsal Yazılara ve bunları derin düşünmeye vakit ayırarak ruhunu dolayısıyla bedenini dinlendirdiği ve Tanrı’yı dinlemek için ayırdığı gündür. Dikkat edilirse gerek sebt günü gerekse bayram günleri Kutsal Kitap kültüründe Rab’be ayrılmış gün olarak ibadet öncelikli günlerdir. Elbetteki Tanrı’yı derin düşünmek ve Kutsal Kitap okumak için evden uzaklaşabilir, başka yerlere gidebiliriz. Ama hedef bir yerlere gitmekten önce Mesih İsa’nın hoşnutluğu olmalıdır. İşte bu günlerde yediğimiz yemekler ise Tanrı’nın zaferini kutladığımız ziyafetlere dönüşmüştür.
Oruç zamanında bedensel alışkanlıklarımızı frenlemek ve özdenetim kazanmaya çalışarak nefsimizi terbiye etmeye ve disiplin altına almaya çalışarak Tanrı ile olan ruhsal bağlarımızı güçlendirmeye çalışırız. Ancak orucu bedene eziyet ve acı çektirme gibi düşünmek yanlıştır. Bu yüzden oruç esnasında ilaç alabilir, iğne olabiliriz. Uzun süreli oruç uygulamalarında sıvı şeyler alabiliriz. İşaya’nın ‘7Kendi ekmeğini aç olanla paylaşmak, 10canının çektiği şeyi aç olana verirsen’ sözlerine baktığımızda orucun; aç kalarak Tanrı’ya ve ya insanlara bir performans sergilemekten çok, canımızın çektiği ve sevdiğimiz şeylerden bir süre için vazgeçmek ve bunları başkasıyla paylaşabilmek olduğunu görüyoruz. Bu anlamda et ve bazı hayvansal gıdalardan bir süre için uzaklaşıp bunlardan vazgeçilmesi bir oruçtur.
Yine kişinin çok sevdiği veya alışkanlığı olan şeylerden vazgeçmesi aynı şekilde bir oruçtur.
Dua ve kilise faaliyetleri gibi yürekten ve kendi özgür irademizle karar vererek yaptığımız oruç Tanrı ile olan ilişkimizi daha sağlam ve canlı kılacaktır.
Oruç tuttuğumuz zamanlarda, ne kadar tutacağımız, nasıl ve ne şekilde tutacağımız konularında kafamızı meşgül eden sorular olduğu zaman Kutsal Ruh’ta dua ederek şu ayetleri hatırlamak bize yol gösterecektir.
Koloseliler 2.20-23 ayetler :
Mesihle birlikte ölüp dünyanın temel ilkelerinden kurtulduğunuza göre dünyada yaşayanlar gibi niçin “Şunu tatma”, “Bunu tatma”, “Şuna dokunma” gibi kurallara uyuyorsunuz? Bu kuralların hepsi, kullandıkca yok olacak nesnelerle ilgilidir; insanların buyruklarına ve öğretilerine dayanırlar. Kuşkusuz bu kuralların uydurma dindarlık, sahte alçakgönüllülük ve bedene eziyet açısından bilgece bir görünüşü vardır; ama doğal benliğin düşkünlüğünü önlemekte hiç bir yararları yoktur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder